26 Aralık 2021 Pazar
Elazığ’da Türk Eğitim-Sen Şubesi tarafından düzenlenen Masa Tenisi Turnuvası başarıyla tamamlandı.
100 Yıllık Bir Fotoğraftan İzmir’in Kurtuluşu’nun Elazığ’daki Yansımalarına Bakış
Ukrayna Üzerinden Derin Avrasyacı-Atlantikçi Çatışması
500 ve 1000 TL’lik Banknotlar Mı Çıkıyor?
İngilizlerin Kıbrıs Tuzağı
ELAZIĞSPOR
Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor. Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimiz de görebiliriz.
Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar. Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Nardugan (nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş. Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan. Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.
Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş. Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları biliniyor. İsa’nın doğumu ile hiç ilgisi yok. “Doğum, güneşin yeniden doğuşu”
Ayaz Ata, Türk,Altay ve Orta Asya mitolojilerinde, özellikle Kazak ve Kırgız Türkleri’nde ve Türkmenlerde Soğuk Hanı olarak tanımlanmaktadır. Mitolojilere göre kışın soğukta ortaya çıkan, kimsesizlere ve açlara yardım eden bir erendir. Kar kız ise ataya yardım eden ayaz ata’nın torunudur…
Türklerde Soğuk Hanı olarak bilinen Ayaz Ata’mız, soğuk havalarda ortaya çıkan fakir, kimsesiz ihtiyaç sahibi insanlara yardım eden evliya olarak bilinir.
Şu an Hristiyanların Noel’i, Orta Asya Türkeri’nin Nardugan bayramıdır. Biz Türkler kültürümüze çoğu zaman sahip çıkamamışızdır. Oysaki milli kültür bir milleti başka milletlerden ayıran, sadece o millete ait olan değerlerdir.
Türk’ün kötü durumlardan kurtulmak için, hayatımızın her alanında Türk kültürünü yaşamak ve yaşatmak olacaktır.***“YEL ANA” döneminden “YEL ATA” dönemine.
Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu da: “Eski Türk mitolojisinde yel (rüzgar) evreni yürütücü, oluşturucu bir güç, tanrı-tanrıça veya bunlara denk bir ruh olarak yorumlanır. Ayaz (Ayas) ise Türk dünyası kültür ekolojisinin her yerinde keskin yakıcı soğuk anlamına gelir.
Ayazın oluşumu Ülker burcuyla ilişkilendirilir. Efsaneye göre, Ülker burcunun altı yıldızı göğün altı deliğidir ve oradan yeryüzüne soğuk hava üfler ve havalar soğuyup kış olur. Bu bağlamda, Ayaz Ata Türk mitolojisinde önemli bir yere sahiptir. İnanışa göre Ayaz Han soğuk tanrısıdır. Soğukta, darda kalanlara yardım edip onlara kut yani iyi ve güzel baht verir.
Ayaz Ata tarihi geçmişi 10 bin yıla uzanan proto Türk topluluklarında Yel Ana olarak anılırdı. Çünkü o dönemki Türkler ana erkil bir topluluktu.
Ataerkil dönemle birlikte Yel Ana’ya Yel Ata denilmeye başlandı. Zaman içerisinde Ayaz Ata ismi verildi.”
YILBAŞI DEĞİL, NARDUGAN BAYRAMI
Yapılan araştırmalara göre, “Türkler, güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu, büyük şenliklerle ‘Akçam Ağacı’ altında kutlardı. Nardugan olarak bilinen bu bayram, Hunlar tarafından Avrupa’ya taşındı. Hristiyanlar, Nardugan törenini İsa’nın doğumuyla ilişkilendirip Noel adıyla kutlamaya başladı.”
KÜLTÜRÜMÜZÜ ÇOCUKLARIMIZA AKTARMALIYIZ.
Çocuklarımızın kendi kültürünü bilerek yetişmesi için, onlara aktarmalıyız. Özellikle çizgi film, Resimli hikaye kitapları, çocukların eğlenerek öğrenmesini sağlamalıyız.
Nardugan bayramımız kutlu olsun sayın dostlar. Barış, sağlık, huzur, neşe ve bol şans getirsin.
Amerika’ya Adını Veren Türkler
Atatürk, elimizde bulunan bazı tarihi verilerden hareket ederek ( Piri Reis Haritaları gibi ) Türklerin K.Kolomb’dan önce Amerika’yı keşfetmiş olabilecekleri tezi üzerinde durmuştur.
Özellikle 1930′lardaki tarih ve dil çalışmaları sırasında bu yöndeki bazı ip uçlarıyla ilgilendiği anlaşılmaktadır. Örneğin,yine bir gece tarih ve dil üzerine çalışırken Amerika ve Türkler konusunda bir ip ucuna rastlamıştır. Sonrasını o sırada Atatürk’ün yanında bulunan yaveri Cevat Abbas Gürer’den dinleyelim.
“Böyle bir gecenin yarısından sonra idi. Meşhur Rus alimi Pekarsky’in Yakut Lügatını tetkik eden Atatürk’ün “EMERİK” kelimesine gözü ilişmişti.Durdu ve kendi kendine gülmeye başladı. Derin bir haz ve neşe içinde gözlüğünü çıkardı. “Birer sigara ve kahve içelim” emrini verdi. Meğer bulduğu “emerik” kelimesi Türk Yakut dilinde “denizle ayrılmış arazi parçasını” ifade eden manaya geliyormuş. Haz ve neşe yaratan mütaalasını da acizden esirgemedi.Emerik kelimesinin Amerika’nın kaşiflerinin tarihiyle,Yakut Türklerinin kıdemleri tarihini mukayese ederek,”Amerika’nın adını büyük ecdad koymuştur”dedi.
“Evet;Kristof Kolomb’dan sonra Amerika’ya muhtelif zamanlarda dört defa seyehat eden Floransalı gemici “Ameriko Vespuçi” adına izafe edilen Amerika kıtasına,Avrupa Kaşiflerinden çok evvel Asya’dan geçenlerin yeni tetkiklerle kıdemlerini (kökenlerini) biliyoruz.” buyurdurlar.
Yani Atatürk, “Amerika” adının, Ameriko Vespuçi’den değil, Yakut dilinde halen kullanılan Türkçe “Emerik” (Amerik) sözcüğünden geldiğini tespit etmiştir. Onun bu tespiti,III. Türl Dil Kurultayı üçüncü gün birinci toplantısında sunulan Genel Sekreterlik Raporunda şöyle ifade edilmiştir:
“Bu kıtaya Amerika isminin Ameriko Vespuçi’nın adına göre verildiği iddiasıyna karşı, daha bundan önce Nikaragua yerlilerinin Amerika adını kullandıklarını yine Avrupalı coğrafya ve tarih uzmanlarının kitaplarında buldukları, Yakut Lügatı’nda Emerik kelimesine de hala yaşayan bir söz olarak rast geldikten sonra…”
Atatürk, yaptığı araştırmalar sonunda Amerika’yı Kolomb’dan önce Türklerin keşfettiğini, hatta Amerika’nın ilk yerli halkları arasında Türklerin olduğunu düşünüyor, bu düşüncesini her fırsatta dile getirmekten de çekinmiyordu. Örneğin, bir keresinde bu düşüncesini Amerikalı bir gazeteciyle paylaşmıştı.
Atatürk bir gece Ankara Palas’ta Kızılay’ın düzenlediği bir baloya katılmıştı. Bir süre sonra balo salonunda elinde viski bardağıyla dolaşan uzun boylu bir adam dikkatini çekmişti.
Adamın duruşundan bir yabancı olduğu anlaşılıyordu
Atatürk yavaş yavaş yaklaşan adama yaklaşmış ve önce yanında bulunan Tevfik Rüştü Aras’a: “Bu mösyö kimdir?” diye sormuştu.
Tevfik Rüştü: “Paşam amerikan Gazetecisidir” diye yanıt verince Atatürk,o gazeteciyle tanışmak istemişti.
Tanışmanın ardından Atatürk’le Amerikalı gazeteci arasında şu konuşma geçmişti:
Atatürk Amerikalıya:”Hangi Irktansınız?”diye sormuş.
“Amerikalıyım” yanıtını alınca.
“Hayır,siz Amerikalı Değil Türksünüz!”diye karşılık vermişti.
Amerikalı önce şaşırmış, bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünerek yine “Ben Amerikalıyım” diye diretince Atatürk:
“Cristof Colomb’tan elli yıl önce Türkler Amerika’yı keşfetmişler!” diye söze başlayarak, müzelerimizde ceylan derisinden yapılmış Amerika haritalarının bulunduğunu,Amerika’ya giderken rastlanan Kayık Adaları’nın Türkçe Olduğunu,Türkçede kayığa sandal da dendiğini, Kanarya Adalarının adının “KANARİ” olarak yazıldığını,Kanari’nin bizim Türkçede KANARYA olduğunu ve Amerikan yerli halklarının Bering yoluyla Orta Asya’dan Amerika’ya gittiklerini anlattıktan sonra Amerikalıya:
“Siz Amerikalılar Orta Asya’dan hicret ettiniz. Olsanız olsanız Türk olabilirsiniz. “diyerek sözlerini bitirmişti.
Amerikalı gazeteci şaşkındı.
Atatürkün tarihe olan ilgisini gördükten ve Amerikan tarihi hakkındaki ilginç sözlerini duyduktan sonra bir kaç günlüğüne geldiği Türkiye’de daha uzun süre kalmış;günlerce müzelerde incelemeler yapmış,kitaplar okumuş,notlar almış ve Amerika’ya gidince de:
“Biz Amerikalılar Türk’ten başka bir şey değiliz…” diye yazılar yazmıştı.Türk Gazeteleri de Amerikalının Yazılarını Türkçeye çevirerek yayımlanmışlardı .
Kaynakça:
Atatürk ve Kayıp Kıta MU 2 Köken Sinan Meydan S-60
Süleyman Efe KOCAZEYBEK.
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
LİLİTH Türk mitolojisinde bebekleri öldürmesine dair olan inanç ile kendine yer edinmiş ve tarihimize Albastı veya Alkarısı ismiyle geçmiştir. Lohusa kadınlara rahat vermeyen, bebekleri anne karnındayken ya da daha yeni doğmuşken öldüren, çirkin suratlı kadın olarak tasvir edilmiştir. Günümüzde bu inanış anlamı bilinmemekle birlikte yok olmamıştır. Hala lohusa kadınları yalnız bırakmama adeti vardır. Türk Mitolojisinde “Albastı ya da Al Karısı” ismiyle kendine bir yer bulmuş olan Lilith . Türklerde al basmasın yada Al karısı gelmesin diye lohusa kadının yanına Kur’an konulur, veya lohusa kadın kırmızı kurdele takar. Yine buna benzer olarak, lohusa kadın yalnız bırakılmaz. Çünkü, Lilith’in, yani Türk Mitolojisindeki ismiyle Al Karısının yeni doğan çocuğa zarar vermesinden korkulur ve bu gelenekler hala devam etmektedir.
Gılgamış destanı, Kabala, Talmud metinlerde de Lilith’in adı geçer. Yahudi mistisizmine göre Lilith, tanrıya başkaldırmış dişi şeytan demektedir.
LİLİTH kelimesinin kısaca kökenine göz atacak olursak, Eski Sümer’de yani Mezopotamya’da “lil”, fırtına ve rüzgar anlamına gelirdi. Buna Babil-Asur kökenli “lilitu” kelimesi de uygun düşer ve bu da dişi şeytan ya da rüzgar hayaleti anlamlarına gelir. İbrani ve Arap kökenli “laila” kelimesi ise gece anlamında kullanılır ve etimolojik olarak bundan dolayı geleneksel hikayelerde Lilith ile bağdaştırılır ve “gece hayaleti” olarak tercüme edilir. Bununla ilgili bir başka isim türetmesini de Barbara G. Walker bize gösteriyor ve o, Lilith ismini Sümer-Babil kökenli “lotus” anlamına gelen ‘lilıı’ kelimesinden üretiyor. Böylece Lilith’i Mısır ve Hindistan’ın lotus tanrıçalarıyla ilişkilendiriyor. Raphael Patai’ye göre ‘kali’ de lilith’in lakaplarından biridir. Hindistan’da lotus, verimliliğin, özellikle dişi Yoni’sinin ve yeniden doğuşun olduğu kadar ruhsal saflığın da sembolü olarak görülür.”
Sümer ve Babiller’de ise Lilith
Kökeni tek tanrılı dinlerden önceye dayanan Sümer ve Babil mitolojisinde ki Lilitu ile ilişkilendiriliyor. Lil fırtına ya da rüzgâr anlamına gelmektedir diye yukarıda belirtmiştim. Lilitular çocuklara saldıran dişi şeytanlar olarak kabul edilmiş ve aslanlar, fırtınalara, çöller ve salgınlar ile ilişkilendirilmiştir. Sümer kabartmalarında tasvirleri bulunan Lilith İonna ile benzer özellikler taşır. Sümer metinlerinde erkekleri yoldan çıkartmak için İnanna tarafından gönderildiği ifade edilen (Asur ve Babil anlatılarında da İnanna’nın eşdeğeri İştar’ın hizmetçileri olan) Lilitu’lar, aynen İnanna gibi, ellerinde bereket ve bolluğu temsil eden saz kamışları, iki aslanın sırtında durur ve aynı başlığı takar halde tasvir edilmiştir. İnanna’nın sahip olduğu “mes”, yani medeniyetin doğmasını ve gelişmesini sağlayan bilgi de Lilitu tasvirlerinde iki baykuş olarak sembolize edilmiştir.
Bir Babil metninde İştar’ın tapınak fahişesi olarak geçmektedir. İştar, eski doğu dinlerinde şehvetli tutkulu aşkın ve baştan çıkarıcılığın tanrıçası olarak kabul ediliyordu. Tapınak fahişeliği ise meşru bir iş olarak görülüyordu. Babil’de yabancı erkeklerin tanrı olarak kabul edildiği biliniyor. Bu bağlamda her genç kızın bir kere bir yabancı erkekle birlikte olması yaygın ve birliktelikleri sonrasında bu kızarın tanrıçalaştığı düşünülüyordu.
Babil’in dişi şeytanı olan Lamatsu’nun da Lilith ile benzer özellikler taşıdığı biliniyor. Lohusa kadınlara musallat olan ve onlara rahat vermeyen, hastalık yayan bir karakter olarak biliniyor. Fakat Lamatsu’ya ait özellikler mi Lilith’e geçirilmiş yoksa tam tersi mi olmuş? İşte bu gizemini koruyor…
LİLİTH, özellikle Musevilik ve Hristiyanlık ’ta Âdem ile aynı anda, topraktan yaratıldığı söylenen ilk kadındır. Bilinenin aksine Havva’dan önce yaratılmıştır ve Âdem ile eştir, üstünlüğü kabul etmez. Zaten Lilith’i Lilith yapan bu olgudur; özgürlük. Lilith özgürlüğüne düşkün bir kadındır. Yaygın bir efsaneye göre Ademin ilişki sırasında üstte olarak gökyüzünü, Lilith’in de altta toprağı temsil etmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Lilith en sonunda dayanamayarak yasaklı ismi haykırır ve cennetten kovularak, düşmüş meleklerin yanına gider. Gittiği yerde Şeytan ile birlikte olur. Adem’in duaları üzerine Tanrı geri gelmesi için üç meleği Lilith’e yollar fakat geri dönmez. Lilith’in Şamael’den (Şeytan) çocukları olmuştur. Tanrı, dönmediği taktirde çocuklarının hepsini öldüreceğini söyler ve dediğini de yapar. Adem’e itaat etmediği her gün için bir çocuğu öldürülür.
Lilith geri dönmeyince Tanrı Âdem için ismi bilinmeyen başka bir eş yaratır. Âdem de bu yaratılış anını seyreder, çok etkilenir fakat yaradılışı gördüğü için onu istemez. En sonda Tanrı Adem’i uyutur ve adem görmeden onun kaburgasından Havva’yı yaratır. Havva ona itaat etmekle, boyun eğmekle yükümlüdür çünkü onun kanından yapılmıştır. Ve adem Havva ile birlikte olur.
Bu sırada derin bir acı ve yas duyar Lilith. İntikam ateşiyle yanmaktadır. Kendisi cennetten kovulmuşken Âdem ile Havva’nın hala orada olduğunu biliyordu. Ta ki Şeytan’ın Havva’yı kandırarak yasak meyveden yedirmesine kadar. Bazı kaynaklarda ise bu hikâye biraz farklı. Lilith’in Şeytan’ın kılığına girerek Havva’dan intikam aldığına dair pek yaygın olmasa da ayrı bir hikâye var ki yaşananlara bakılırsa akla yatkın olduğu söylenebilir.
Daha sonraları Âdem ile Havva’nın da çocukları olduğunu öğrenen Lilith hamile ve yeni doğum yapmış kadınların çocuklarını ellerinden almak, Âdem çocuklarını yaşatmamak için elinden ne geliyorsa yapmaya yemin eder. Farklı tarihler belirtiliyor olsa da yaygın bilgilere göre; erkek çocuklarını sekiz gün içerisinde kız çocuklarını ise yirmi gün içerisinde öldürmeye çalışır. Lilith Âdem ile Havva cennetten kovulmadan Aden’den ayrıldığı için ölümsüzdür ve sonradan da çocukları olmuştur. Bu sebeple hala yaşadığı ve çocuklarının da aramızda dolaştığı söylenir…
Bugün dünyada var olduğuna inanılan cinler Adem ile Lilith’in ve Tuval Kabil eşi Naama’ın birlikteliğinden meydana gelmiştir.
Lilith bunların yanında bütün kötü varlıkların anası ve bizim soyumuzun düşmanıdır.
Kuşkusuz tanımlamaların ve tasvirlerin benzer olmasının tek sebebi Lilith’in kendisi değil, Mezopotamya coğrafyasının ve doğu kültürlerinin efsane ve mitlerinde ki Ayrıca semavi dinlerdeki benzerliklerdir. İnsanlar göç ederken, ticaret yaparken, konuşurken, çocuklarına masallar anlatırken, seyahat ederken tüm bu bilgileri taşımış, yaymış, bazen eklemeler bazen çıkarmalar yapmış, yeni kuşaklara aktarmışlardır. Burada göz ardı edilemeyecek nokta yaşadığımız bu Dünyanın her zaman farklılıklara, doğa üstü, akıl dışı olaylara, göksel olaylara, mitolojiye gebe olduğu ve yaşandığıdır. Konu biraz daha uzun ama fazla uzatmak istemedim ana hatları ile anlatmaya çalıştım, umarım yeterli olmuştur.Bu uzun ama derin yazıyı Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Ek bilgi Günümüzde Lilith ile ilgili dizi ve filmler mevcuttur.
Türk sinemasında ise Alkarısı filmleri mevcuttur izleye bilirsiniz.
Alttaki resim Paris notre dame katedralinden adem, Havva ve Lilith i tasfir eden heykelden çekilmiştir.
Alttaki resim ise İngiltere britich müzesinde sergilenen Sümerler döneminden kalma ve Türkiye’den kaçırılan LİLİTH kabartmasıdır.
Süleyman Efe KOCAZEYBEK.
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
Kurşun dökme âdeti de Şamanizm geleneklerindendir. Şamanizm’de buna “kut dökme” denir. Kötü ruhlardan birinin çaldığı kutuyu “talih, saadet unsurunu” geri döndürmek için yapılan bir sihri ayindir.
Gelinliğin üzerine bağlanan kırmızı kurdeleler, nişan törenlerinde yüzüklere bağlanan kırmızı kurdeleler, okumaya yeni geçmiş çocukların yakasına takılan kırmızı kurdeleler; hep uğuru ve kısmeti temsil eder. Ayrıca kötü ruhların şerrinden korunma sağladığına inanılır.
Günümüzde toplumda ulu kabul edilen kimselerin ölümlerinden sonra ruhlarından medet ummak ve mezarlarının kutsanışı şaman geleneğin devamıdır.
Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın sanat eseri haline getirilecek kadar süslenmesi islam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir.
Dile tutmak da Şamanizm kökenli bir davranış şeklidir. Tabiat ruhlarının dileklerin gerçekleşmesine aracılık ettiğine inanılır.
Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inanıştır.
Bazı insanların olağan dışı özellikleri olduğu ve bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük getirdiğine inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu” “deve boncuğu” “göz boncuğu” vb. Takılır. Bu inanış da Şamanizm’den kalmadır.
6.KULLANDIĞIMIZ Kilim MOTİFLERİ..
Eski Türklerde bir şamanın giysisine yılan, akrep, çıyan, kunduz gibi yabani hayvan şekilleri çizmesinin, bu hayvanları topluluğun yaşam alanlarından uzak tutmaya yardımcı olduğuna inanılır.
Günümüzde Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim, örtü ve perdelere işlenen desenler, giysiler üzerinde kullanılan motifler bu inanıştan kaynaklanır.
7.MEVLİT ve İLAHİLER..
Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz hayatın ve ayinlerin değişilmez bir parçasıdır. Oysa İslam dininde Kuran’ın müzikle okunması kesinlikle günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz.Muhammed’in Hz.Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır
Mevlit ve ilahiler sadece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır. İslam dininde ölünün ardından mevlit merasimi diye bir uygulama yoktur.
Osmanlı tarihinde ilk mevlit, 1409–10 yıllarında Bursalı bir fırıncı ustası olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır.
Bu da bir şaman geleneği kalıntısıdır. Şöyle ki, su içerken insan akli başından kaçabilir diye kafa elle tutulurmuş.
9.MEZARDAKİ KÜÇÜK SULUKLAR.
Mezarların ayakucunda bulunan küçük suluklar; ruhların susadıkları zaman kalkıp oradan su içmeleri inancına dayanır. Ayrıca kuşların, böceklerin o suluklardan su içmesinin, ölmüş kişinin ruhuna fayda edeceğine inanılır.
Not: şaman kültüründe, ayinlerde kullanılan yardımcı ruhlar, kuş biçiminde tasvir edilmişlerdir. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar şamanlara, gökyüzüne yapacakları yolculukta yardımcı olmaktadır.
10.YUKARDA ALLAH VAR..
Tengrizm inancından kalmıştır. Bu anlayıştan dolayı dua ya da işaret ederken eller gökyüzüne açılır.
11.SAĞ AYAK..
Kapıdan çıkarken sağ ayağın önde olması da şaman kültüründen kalma bir ritüeldir. Sol ayakla geçmenin kişiye uğursuzluk getireceğine inanılır.
12.SU DÖKEREK UĞURLAMA..
Şaman kültüründeki suyun kutsallığı olgusunun doğurduğu adettir. Su berekettir, kutsaldır. “su gibi çabuk dön, ak geri gel, ak çabuk, kazasız belasız git” demek için su dökülür gidenin arkasından.
13.TÜRBELERE.. AĞAÇLARA..ÇALILARA BEZ BAĞLAMA..
Şamanizm inancında dilek dileme şekli. Küçük kumaş parçaları genel olarak ağaçlara çok önem verildiğinden ve yaşamın sembolü kabul edildiğinden ve yaşam üzerinde muazzam etkileri olduğu düşünüldüğünden, bunların dallarına bağlanır ve dileğin gerçekleşmesi beklenir.
Günümüz Türkiye’sinde bu eski gelenek halen devam etmektedir. Temelinde ise doğadaki her varlığın bir ruhu olduğu inancı yatmaktadır.
Eski Türkler göçebe oldukları için, daha önce girmedikleri ormanlara girerken, ormandaki kötü ruhları kovmak için ağaçlara vurup bağırarak gürültü çıkarırlarmış. Bu davranış aynı zamanda doğa ruhlarına kötü olayları haber verip, onlardan korunma dilemek amaçlıdır. Tahtaya vurma adeti, sadece Türk kültüründe değil bir çok Avrupa kültüründe de vardır.
15.ÖLÜLERİN ARDINDAN BELİRLİ ARALIKLARLA TOPLANMA..
Birisi öldükten sonra evinde toplanıp dua okumak, bu toplanma işini 7, 21, 40 günde bir tekrarlamak gibi eylemler de şaman kültüründen kalmadır.
Eski Türk inanışına göre ruh fiziki bedenini 40 gün sonra terk etmektedir. Vefat edenin “40’ın çıkması” deyimi vardır. Şamanizm’de ölen kişinin ruhu evi terk etsin, göğe yolculuğuna başlasın, öteki ruhlar doluşmasın diye insanlar ölen kişinin evinde toplanıp ayin yapar, yas tutarlar.
16.ÇOCUKLARA Doğadan ESİNLENEN İSİMLER KOYMA..
Orta Asya toplulukları (Eski Türkler) doğada bazı gizli kuvvetlerin varlığına inanmışlardır. Tabiat güçlerine itikad, hemen hemen bütün halk dinlerinde mevcuttur. Fiziki çevrede bulunan dağ, deniz, ırmak, ateş, fırtına, gök gürültüsü, ay, güneş, yıldızlar gibi tabiat şekillerine ve olaylarına karşı hayret ve korkuyla karışık bir saygı hissi eskiden beri olmuştur. Çocuklarımıza verdiğimiz isimlerin birçoğu da bu derin bağlardan kaynaklanmaktadır.
Eskiden, Şamanist Türkler, ayın “Koruyucu/Sahip Ruhu”na, “Ay Ata” ya da Ay Dede derlerdi.
Onların orta Asya’dan Anadolu’ya göçen kısmı, hala çocuklarına ayı gösterip “Ay Dede” derler, binlerce yıl önce şamanların yaptığı gibi.
18.AKDENİZ.. KARADENİZ..
Şamanist dönemde, Türkler için her yönün bir renk simgesi vardı. Kuzeyin simgesi kara, Batı’nın simgesi ak renkti. Bu yüzden kuzeyimizdeki denizin adı Karadeniz, batımızdaki denizin adı “Akdeniz”dir.
Not: Akdeniz’in Yunanistan ile Anadolu arasındaki uzantısına “ege” demek çok yakın bir dönemde ortaya çıkmıştır. Atatürk’ün “ordular ilk hedefiniz Akdenizdir” dediği deniz, Ege’dir.
19.KÖPEK ULUMASININ UĞURSUZ SAYILMASI..
Şamanizm’de köpek bir ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişinin bu ruhu görmesi; onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’nun kimi yerlerinde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bazı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.
Al basan denilen görünmez bir kadına inanmak ve çocuğa sarı örtü kendine de metal iğne takmak…
Saygılarımla…..
Süleyman efe KOCAZEYBEK.
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
Bizim ev Çardak ilçemizin harman yerinin tam ortasındaydı . Tam bu sıralar Haziran, Temmuz ayından sonrasının genç, yaşlı, kadın, erkek herkes için bir anlamı vardı, çünkü sıcak yaz günleri ve hasat günleri başlardı.
Herkes ürettiği ürünleri emekleriyle toplardı. Kimisi biçerdöver ile bazende Özellikle orak biçiminde usta gençler köyün tarlalarında bir araya gelip tahta ellikleri kullanarak sıraya dizilirler ellerindeki oraklar ile güzel türkü söyleyenlerin güzel sesleriyle alın terleri ile biçerlerdi. Biçilen buğdayları arkadan gelen bir aile büyüğü demetler haline getirirdi, daha sonra demetler dizilirdi. Herkes kaç demet yaptı hesabı yapılırdı. demetler harman yerine taşınırken demet arabaları hesaba göre yüklenirdi.
Bütün tarlaların biçme işlemleri bittikten sonra ve demetler taşındıktan sonra sıra harman yerine gelirdi. Herkes harmanını evlere yakın bir yerde yapardı, zaten bu yerler eksiden belirlenmişti, harman yeri değişmezdi. Harman yeri hazırlamak ayrıca bir uzmanlık isterdi, harman yerinin kazılması ve yerleştirilmiş fıçıların doldurulması, suları dökmeden harmana taşınması, harman yerinin ıslatılıp hazır hale getirilmesi ailede bir büyüğün yönlendirmesi ile olurdu. Harmanın uygun bir yerine çardak yapılırdı yerden biraz yüksekçe, üstü örtü ile kapalı çardaklara rüzgar püfür püfür eser, yaz rahat geçerdi, çardaktaki uyku hiç bir yerdekiler benzemezdi. Biz çocuklar başımızda hasır şapka ile demetler tarladan taşındıktan sonra tarlada kalan başakları toplardık. Bu başaklar çocukların harçlığı olurdu.
Harman yeri tüm yaz boyunca imece usulü birbirine yardim eden köylünün bir araya gelip zaman geçirdiği yerdi. Kimileri harman yerinde yatar, orada bütün gece sohbet eder büyükler hikayeler anlatırlardı. Şimdi bu harman yerleri kat karşılığı mütahitlere verildi. İmece öldü, tarım öldü, çiftçilik öldü, köylü öldü, birlik beraberlik öldü. Artık sadece boş siyasi beklenti ve hırs ile birbirine kinleştirilmiş bir topluluk var. Eski harman yerlerinde buluşmak dileği ile sevgiler, saygılar ve selamlar.
Süleyman efe KOCAZEYBEK.
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.