Eski türkülerin hikayeleri verilen melodi içerisinde insan ruhuna işler. Hepsinin bir geçmiş, hepsinin yazılmış ve yazılacak bir hikayesi vardır.
Atatürk’ün en sevdiği Rumeli Türküsünde memleketine canını adayan bir liderin iç çırpınışları vardır. Bu çırpınışlardan ilki, daha çok gençken Eleni Karinte’nin gönlünde olmuştur. Rum sevgilisi Eleni Karinte, Selanik te o yılların yağız liseli delikanlısına olan aşkını seni her zaman bu balkonda bekleyeceğim diyerek bir ömür boyu aşkını kalbinde saklamış, ulu önder de onu hiçbir zaman unutamamıştır.
Hayatı boyunca evlenmeyen Eleni bir ömür boyu bu acıyı yüreğinde taşımıştır. Eleni yazdığı mektupta; ”Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıtta ki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt demiş daha sonra ki yıllarda Ulu önder hayatına birçok kadın girmiş ve Latife hanımla evlense de mutlu olamamıştır. Kalbinin bir köşesinde ki; Selanik Merkez kumandanının kızı Emine hanım, bulgar generalin kızı Miti Kovaçeva, padişah Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan, Fikriye hanım en çok bilinenleri olmuştur. Yazının konusu bülbülüm altın kafeste olduğundan ki türkünün esas hikayesini okuyalım:
“Melike, teyzesi ile köy çeşmesinin oradan geçerken su içmek ister. Su içmeye indiğinde çiçeklerden yapılmış olan tacı görür. Tacı başına taktığı anda Yusuf’la karşı karşıya kalır ve çok utanır. O, Yusuf’un tacı sevdiği kıza yaptığını düşünür ama gerçekte Yusuf da ondan etkilenmiştir ve tacı Melike’ye vermek ister. Bu bakışmalar sırasında Melike’nin babasının isteğiyle sözlü olduğu Hüseyin oradan geçmektedir ve bu yakınlaşmayı görür. Tepkisini Yusuf’a yumruk atarak verir ve kavga etmeye başlarlar. Teyzesi Melike’yi alıp oradan uzaklaştırır. Hüseyin bu olaydan sonra vakit kaybetmeden evlenmek ister ve babası Rıza Ağa’yı alıp Şevket Bey’lerin yani Melike’lerin evine ziyarete gider. Melike’ye hediye olarak altından ayna götürürler ama Melike’nin gözü çiçekten yapılmış tacından başka bir şey görmemektedir.
Melike bir gün Yusuf’la dere kenarında konuşurken Hüseyin’in arkadaşlarından biri onları görür ve Hüseyin’e söyler. Hüseyin çılgına dönmüştür ve bu olanların hesabını Şevket Bey’den sorar. Melike yıllardır gördüğü rüyadaki delikanlının Hüseyin değil Yusuf olduğunu anlamıştır. Hüseyin ise Melike’nin kalbini kazanmak için onu hediyelere boğar. Melike’ye en son altın kafeste bir bülbül getirir ama Melike’nin yine de umurunda olmaz. Kendini de o bülbül gibi kafese kapatacaklarını bilir. Nitekim Hüseyin Melike’yi kendi evlerine götürme zamanının geldiğini düşünerek genç kızı alır ve kendi evlerine götürür. Melike burada hastalanır. Günden güne eriyen genç kızın haline Hüseyin’in babası da artık dur demek ister ama oğluyla başa çıkamaz.” Bu hikayeyi taçlandıran türkünün sözleri ise şöyle;
Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yarim haste
Ah neyleyim şu gönlüme
Hasret kaldım sevdiğime
Ben sana dayanamam yarim
Ben sana aldanamam
Ben sana dayanamam yarim
Ben sana katlanamam
Bülbülleri har ağlatır
Aşıkları yar ağlatır
Ben feleğe neylemişim
Beni her bahar ağlatır.
Bu türkünün ikliminde, Ulu Önder’in ruh halini Melike ve Hüseyin’in kavuşamamalarında ve Eleni’nin gözyaşlarında hem şehrimiz Erkan Oğur’un sesinden dinleyelim.
İyi dinlemeler.
Prof.Dr.İNANÇ ÖZGEN
Fırat Üniversitesi
Biyomühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
ULUSAL
2 gün önceGÜNDEM
4 gün önceGÜNDEM
8 gün önceULUSAL
9 gün önceULUSAL
10 gün önceULUSAL
15 gün önceGÜNDEM
15 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.