27 Ağustos 2021 Cuma
Elazığ’da tek kişilik çocuk oyunu Küçük Kara Balık sahnelendi
100 Yıllık Bir Fotoğraftan İzmir’in Kurtuluşu’nun Elazığ’daki Yansımalarına Bakış
Ukrayna Üzerinden Derin Avrasyacı-Atlantikçi Çatışması
Elazığ’da Hafızlıklık Belgeleri Sahiplerini Buldu..
İngilizlerin Kıbrıs Tuzağı
ELAZIĞSPOR
İBB Başkanı, “Kanal İstanbul’u yaptırmam” demiş.
Geçmişte GAP, Vatan Caddesi, Keban Barajı, Boğaziçi Köprüsüne karşı çıkan Türkiye muhalefeti, bugün Kanal İstanbul, yeni havalimanı, mesafeleri kısaltacak yeni yollar, köprüler yapılmasına karşı.
Başkanın itirazı şaşırtıcı değil zira Türkiye çok partili döneme geçtiğinden beri vara yoğa itiraz etmek, “muhalefet etmenin raconu” oldu.
Yapılacak işin fayda yönü gözetilmedi, siyasetin, halka hizmet telakkisi yerine, muhalefet olmanın, her şeye muhalefet etmek olduğu görüşünden hareket edildi.
Birçok sözün kaderi gibi, siyaset-hizmet arasındaki mesafe açıldıkça açıldı, siyaset retorikte kaldı.
Aklıma rahmetli Zöhre halamızın, o dönem üniversitede okuyan torununun dik başlılığına kızarak “hep ihtiras (itiraz), hep ihtiras” demesi geldi. Rahmetli halamız vurgusundan ötürü itiraza “ihtiras” derdi ancak örneklere baktığımızda itirazların, ihtirastan kaynaklandığı çok açık.
Geçmişten örnek verelim;
1950-1960’lı yıllarda boğazda karşıya geçmek işkenceye dönüşmüştür. Saatlerce sıra beklemek gerekmektedir. 17 feribot gece gündüz çalışır, fakat yetersizdir. 1950 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü kurulunca boğaza “Asma Köprü” yapılması gündeme gelir. 1950’de Metin Pusat, boğazda tüp geçit yapılmasını önerir. Belediye ve İTÜ yetkililerinden oluşan bir heyet öneriyi aylarca inceler ve yapılmaya değer bulmaz. 31 Eylül 1957’de TBMM köprünün yapılmasını kararlaştırır. 1958 yılında detaylı zemin etütleri yapılır.
Köprünün maliyeti 40 milyon ABD doları civarında olacaktır fakat Mayıs 1960’daki politik olaylar nedeniyle proje askıya alınır.
1967 yılında boğaza “asma köprü” konusu tekrar gündeme gelir ve ikinci beş yıllık kalkınma planına (1968-1973) eklenir. 1969 yılında da ihaleye çıkılır.
İş gerçeğe binince itirazlar yükselir. 07 Mart 1968 tarihli Mimarlar Odası Basın Toplantısı Bildirisinde, “Boğaz Köprüsü’nün yapımı, Türkiye’nin ve İstanbul’un başına gelen en büyük felâket olacaktır…” denmektedir.
Halktan alınan vergilerle İstanbul’a bir köprü inşa etmek bazılarınca lüks ve israf olarak nitelenir. “Yoksula kolera, zengine köprü” başlıkları atılır haberlerde. Tüm itirazlara rağmen, Rahmetli Başbakan Adnan Menderes’in 1957 yılında yapım kararını aldığı köprünün temeli 1970 yılında atılır. 1973’ün Ekim’inde, dünyanın iki kıta üzerine kurulmuş tek kenti köprüyle birbirine bağlanmıştır. Ama aşağıdaki itirazlarla;
Mimarlar Odası: Boğaziçi köprüsü, Türkiye ve İstanbul’un başına gelen en büyük felakettir.
Prof. Dr. Besim Üstünel (CHP Milletvekili): Köprü akıl ve hesap işi değildir.
İlhan Selçuk (Yazar): Bu köprüyle ne biz övünebiliriz, ne çocuklarımız. Boğazın iki yakasında evleri olan zenginlere tüketim malları taşıyan kamyonlara yol açmak için çare: Boğaz köprüsü.
Prof. Dr. Gülten Kazgan: Köprü yapacağımıza birkaç araba vapuru daha inşa edelim. Üretken olmayan yatırımlar, Türk ekonomisi için büyük bir sarsıntı teşkil edecektir.
Hasan Pulur (Yazar): Hökümet Estanbole asma korpi yapıyor… N’olacak yani? Yapıyor işte! Va mı itirazınız?
Nadir Nadi (Gazeteci): Bu köprü sağcıların köprüsüdür. Boğaziçi Köprüsü kel başa şimşir tarak.
CHP Konya Senatörü Fakih Özlen: Boğaz Köprüsü konusu, hissi, fevri, politik ve en başta teknik kusur ve noksanlarla maluldür.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük projelerinden olan Güney Doğu Anadolu Projesi’nin (GAP) gündeme geldiği dönemlerde CHP kurmaylarının, özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesi seyahatlerinde, “Sizin hakkınızı buralara harcıyorlar. Hakkınızı yiyorlar” dedikleri, bir Ankara mitinginde de Keban Barajı için “kurbağalara göl yapıyorsunuz” ifadelerinin kullanıldığı arşivlerde mevcuttur.
Demem o ki, otoriteye karşı olmak, hizmete de karşı olmaya meşruiyet kazandırıyor. Ha bu arada, Türkiye’de var da bizde yok mu? Alâsı var hem de.
KKTC’de kaldırım yapılırken “arabalar hapsoluyor. Bir durum olsa nereye kaçacağız” diyerek itiraz edenleri biliyorum ben. Cumhurbaşkanlığının önündeki alana, Cumhurbaşkanlığına biraz daha mahremiyet kazandırılması –esasen güvenlik amaçlı- adına zeytin ağaçlarının dikilmesine karşı çıkanları, (bugün başka partinin cumhurbaşkanı kullanıyor), Ankara’dan gelen parayla yapılan bir parkın adının Ankara konulmasına tepki gösterenleri, hatta ve hatta KKTC’ye yer altına döşenen borularla gelen suya bile itiraz edenleri… (Vallahi de billahi de yaptık. Türkiye’nin, parasını verip, binlerce kişiyi çalıştırıp ve en mühimi Türkiye’deki bir köyü başka yere taşıyarak getirdiği suya itiraz ettik.)
Velhasıl ne başkanın, ne de başkalarının retlerine şaşırmıyorum zira defalarca izlediğimiz ve sonunu bildiğimiz bu filmin zerre kıymeti harbiyesi yok nazarımızda. Önemli olan kamu yararı. Yarar var mı diyecek olursanız, önce Montrö Anlaşması’nın yararı olup olmadığını tartışalım, sonra sıra buna gelir.
Yrd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN
Kıbrıs İlim Üniversitesi
Öğretim Üyesi
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ