Bir milletin bugünü kadar dünü ve yarını da önemlidir.
Milleti var eden unsurlar; kültür kazanı içerisinde karılmış olup, atadan oğula yazılı veya sözlü anlatımlar yolu ile olduğu kadar, yaşantı halindeki rol modellemeler ile aktarılır.
Kadim kültür nesilden nesile birinci dereceden ebeveyn ve muallimler vasıtası ile intikâl ettirilir, ikincil olarak da sosyal çevreden…ancak her devirde olabilecek yoz yol ve yordamlar da olmuştur, olacaktır…
Çünkü dünya milletler camiasında hegemonist, yayılmacı ve tahakküm altına alma siyaseti güden organizasyonların kültür ajanları ve vasıtaları ile diğer hedef ülkelerde yoz-arada-züppe(*) kesimler oluşması yönünde içerden fetih hamleleri yaptıklarını biliyoruz. Ki bu güruh, şahsi menfaatleri içün müstevlilerin değirmenine su taşımayı vazife bilirler…
Ve onlar, buna teşne olan, hatta gönüllü misyonerlik yapan, yoz insanları da her devirde bulmuşlardır…
Kadim kültür köklerinden nasiplenmemiş, yoz şartların popüler kültürü ile beslenmiş, az biraz üzerine sos olarak mürekkep bulaşmış, dili kıvrak, zihni rakkas, gönül aynası kara zevat-ı zelîlin, alenî yahut zımnî karalamaları hep olmuşsa da, güneşin balçıkla sıvanabileceği zannı ne cahilâne, ne basitlik ve bayağılık…
Penceredeki perdeyi kapatıp güneşin ışığını örttüğünü zanneden cüce akıllı fitne ehli facirlerin, her zaman müstehâkını bulduğu, kendi mağara karanlığında kör kütük hayat sürdüğü hikâyelerinden ibret alamayan sürü tabiatlı güruha çoban neylesin…
Müstakbeli omuzlayacak nesilleri, yaşayacakları istikbâle hazırlamakla mükellef anne babanın ve öğretmenlerin en büyük vazifesi, kadim kültür yanında modern ilimleri öğreterek, onları ailesine, vatanına ve milletine faydalı evlatlar olarak yetiştirmektir.
Azîz milletin evlatlarını geleceğe ait ve kendine emanet olmuş varsayan idol, moderatör ve rol model muallimlere her devirde ihtiyaç var…onların elinde şekillenen, rahle-i tedrisatından geçerken ter döken, “devlet-i ebed müddet” şiarı ve milletinin hizmetkârı şuuruna sahip kadim kültür ile beslenmiş, çağın ilmi seviyesine vakıf dosdoğru nesiller, istikbâlin teminatıdır…
Hasıl-ı kelâm, düşman sinsi, düşman maskeli, düşman uyanık…
Azîz milletin evlatlarına gaflet haram, cahil kalmak haram, tembellik haram, uymak ve uydu akıllı olmak haram…vesselâm.
_______
(*)Züppe: Seçkin görünmek için, bazı çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya özenen, snop
Eğitimi sakıt olmuş bir öğretim ile nereye varılır ?
Bir bahçevâna bir bağı veya bağçeyi teslim ederken, bunların gübresini suyunu istekleri kadar bol bol ver der, sakın onları budama derseniz, dalları gelişirken budakları da onlarla birlikte gelişir…
Halbuki bahçevân hangi bitkinin ne kadar su/gübre ihtiyacını bilmenin yanında, her birinin ne zaman, ne kadar ve nasıl budanacağını da bilir. Her birine onun özünün gereği olan işlemi uygular…
Su ve gübre vermek bitki için öğretim ise, budamalar da eğitimine mis’âl verilebilir.
★★★
Gelelim insan eğitimi öğretimine;
Eğer şahsiyyet gelişimi için eğitim-öğretim metodları uygulanacaksa, her bir bireyin farklı öz-karaktere sahip olduğu hatırdan çıkarılamaz.
Eğitilecek bir yaş grubunda bulunan topluluğa genel-geçer bilgiler tedrici verilirken, bilginin mahiyyeti, ve kişinin şahsiyyeti üzerine etkileri de izlenmek durumundadır.
Ardından eğitimci her bir bireyin kendine özgü karakteristiklerine göre ondaki iyi/güzel hasletleri kuvveden fiile, potansiyelden harekete geçirmesinin önünü açacak budamalar yapar.
Kötü/çirkin tabiata dair hasletleri tesbit ile budama yapıp, budakların gelişimine izin vermez, böylece sürgünlerin gelişimine zemin hazırlar.
Böyle bir süreçten uzak, eğitimi tabelada, kağıt üzerinde olan öğretim uygulamaları ile ancak ve ancak, kuvvede hırsız olanın, istikbâlde fiilde daha bilgili hırsız, arsızın da daha bilgili arsız olmasını sağlarsınız.
Erdemlerin verilmediği, güzel ahlâk eğitiminden yoksun böyle bir metodoloji ile toplumda üst düzey (!) öğretimli diplomalıların sayısı artmış olsa da, toplumda sayısı artırılmış daha profesyonel ve donanımlı hırsız, arsız ve çapsız ademlerin tuttukları köşe başlarından daha iyi/güzel/erdemli bir toplumu şekillendirmeleri beklenemez, bu beklenti ham hayaldir…
Eskiye rağbet olsa bit pazarına nûr yağardı…ifâdesini hep kapitalizmin sömürü sloganı olarak, şuuraltına hitâb gibi algılamışımdır.
Zihin dünyası ile zihniyet, zihniyet ile şahsiyet ve kimlik inşâsı arasında bir korelasyon var…
Zihni alt yapı, üst yapının temelidir, bu alt yapının/temelin toplumun istikbâli hedefine matuf bir plân doğrultusunda inşâsı ise çok önemlidir. Temelsiz bir yapı ancak baraka olarak nitelendirilir. Tıpkı kökü yüzeye yayılmış bitki gibidir ki, kasırga bir yana bir fırtınada bile kökünden sökülebilir…
Temelsiz, estetikten yoksun eğreti gece kondu mimarî nasıl gözü yorarsa; kökü, kökeni sağlam olmayan eğreti kimlik(sizlik) de gönlü ve zihni öylece yorar…
Kimlik ve kişilik inşâsında kültürün ve medeniyetin rolü bu açıdan çok değerlidir.
Kadim medeniyyet ve kültür harcı ile şekillenmiş bir kimlik kültürel kasırgalara, depremlere dayanabilirken, yoz/popüler kültür ile inşâ edilmiş şahsiyyet bir kibrit ile kolayca tutuşan samanın alevi hükmünde olur.
O eski diye yaftalanıp küçümsenen ve fakat asla eskimeyen, (eski) zihin dünyasının şekillendirdiği irfân ile maruf insanlar nerde; yeni diye zokalanmaya çalışılan günü birlik temelsiz ve köksüz popüler kültürün kulu kölesi insan nerde…!
Hani zaman zaman insanda zuhur eden yakışıksız bir durum için söyleriz:
“nerde o adam gibi adamlar, o eski münevverler, o eski adamlar…”
Evet, nerdeler ?
Onları yetiştiren muhiti mi kaybettik, aileyi mi, yoksa örgün/yaygın eğitim metodolojimiz mi makas değiştirdi ?
İşaret buyurulan o erdemli, övülmüş ahlâk timsâli şahısların zihin dünyasını şekillendiren neydi ?
Meyve ağacını saran karıncayı öldürmeyen zihin dünyası sahipleri varmış eskilerde, bugün daha çok kazanmak uğruna zirai alanlara böcek öldürücü (insektisit, pestisit)leri hem de kanserojen olduğunu bile bile fütursuzca püskürten zihin dünyası sahipleri onların yerini aldı…
Yeri gelmişken bir minicik canlının, karıncanın hayat hakkına hürmete dair bir hikâyeyi alıntılayalım:
“Kanuni Sultan Süleyman, devlet işlerinden arta kalan vakitte sarayın bahçesinde ağaç yetiştirmekle meşgul olurmuş. Bir zaman yetiştirdiği meyve ağaçlarını karıncaların sardığını görmüş ve meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların itlaf edilip edilmemesi, karıncaların istilâ ettiği ağaçların kesilip kesilmemesi hususunu devrin Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi’ye şairâne bir dil ile sormuş;
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günâhı var mıdır ânı kırınca?
(Eğer karınca ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır?)
Ebussuud Efendi Kanuni’ye aynı şiirsellikle cevap verir:
Yarın Hakk’ın dîvânına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
★★★
Bugün fil cüsselilerin karınca cüsseliyi ezmesi olağan, ezmemek için adımlarını ayarlaması olağan dışı geliyorsa, bir yerlerde bir eksiklik var demektir !
Benden sonrası/ötekisi tufan anlayışının hâkim olduğu bir toplumda; herkes ve şeye bana ne kazandırır defolu bakışının hâkim olduğu bir muhitte; ne yazık ki sürekli kaz-tavuk alış verişine dayalı muamelât üzerine inşâ edilmiş bir zihin dünyasının dışa vurumuna şahit olunur.
Toplumun niteliğinin belirleyicisi olan kadîm kültür, tecrübe, bilgi ve idrâkta yücelik olursa; o toplumun bireyleri erdemli, övülmüş ahlâklı diger-kâm, medenî olmak içün yarışırlar…
Değilse; ötekileştirme, rekâbet, predatörizm, iğneleme, küçümseme, sömürme, ezme vb. kalıplara sahip bu (insan görünümlü) mahlûkâtlar birbirleriyle başbaşa itiş-kakış teritorite kavgasıyla günlerini geçirip dururlar…
Bu mukayeseli örnekleri çoğaltmak mümkün.
Yine de, kadim kültür ve medeniyyet ile beslenmiş insanî zihin dünyasının inşâ ve ihyâsı içün gayretkeş olanlar da var ki, iyiki varlar !
Bir konserin ardından ertesi gün muhabbet içün davet edildiğim, adını duyduğum arasta da bir mekân…konser ertesi gecenin kritiği yapılır, protokol, misafirler, salonun enerjisi, sololar konu edilir. Kırkbeş sene önce de konser icrâsı sonrası topluca çorbacıya gidilir, sabaha karşı evlere dağılınırdı…
★★★
Kırâathâne, demli çaylar içilirken, gelenekten geleceğe, ilimden san’ata, fenden teknolojiye, maniden koşmaya, nazımdan manzuma, edebîden edebe kadar geniş çerçeve içinde irfânî muhabbetin giderek dem aldığı mekân…
Kimi şehirlerdeki ehl-i muhabbetin irfân dükkânı telakkisi ile resmedilen mekân…
Nesiller arası köprülerin inşâ ve ihyâsı için mutabık, muarız ve muhalifi aynı masa etrafında hoşgörü harcıyla bir arada tutan mekân…
İlm-i siyâset ile politikanın ayırdına varmış halkın ötekine saygı kültürünü yaşatan mekân…
Dertlerin, neş’e ve hüznün paylaşıldığı; yardımlaşmanın başlatıldığı, ilim ve irfânın söyleşildiği, memleket ve millet sevdâlılarının buluştuğu mekân…
★★★
Modernist ve postmodernist anlayışlarla rastlaşan şehirler ve akıllı şehir derken, eskinin ve yeninin sembolleri zaman düzleminde bir araya geldi, kırâathânenin kırâat kültürüne inat söyleşme, eyleşme hatta lâkırdılaşma mekânları olarak mantar gibi bitiverdi. Popüler kültür(!) mekânları olarak şehire iltica eylediler hüsn-ü kabûlümüz ile, yerleştiler.
★★★
Artık Tıkı’nın kırâathânesi benzeri mekânlar x-y-z neslini değil daha evvelkileri ağırlıyor.
Berikileri ise dantelli entel takılmakta olanları, burnunun ucundan habersizken marstan dem vuranları, the devilden sufle alanları, kuantı bilmeden kuantum felsefesi yapmaya soyunanları, astrofizik ve astrobiyoloji meraksızlarını, UFO yolcuları lakırdılarını sevenleri, uzay seyahati hikâyelerini anlatmak üzere gelenleri (s)ağırlıyor.
Sabun köpüğü bir kültür ile, makale başlık ve özetiyle yetinme kültüründen ibaret sızma/süzmelik ve sığlıkla tartışılıyor söyleşiliyor mekanda…
Boş başağın kibri yırtık ve yamasız paçalardan akarken, samanlık görevi ile mükelkef kafaların frensiz kahkahaları ve geyikleri uzaya çıkıp geri dönüyor…
★★★
Hem kapitalizme sömürüye karşı durduğu söylencesi ile kapitalin verdiği şımarıklığı, kapitalist dünyanın ürünlerinin ve kültürünün yoz bağımlısı olmakla bir arada götürebilmek nasıl bir şey acaba !
★★★
Kendine ve özüne yabancı, yabancıya özenen, kadim kültür ve medeniyyeten bîhaber, gündemini başkalarının belirlediği, sabun köpüğü kültürlü, intelleksiya zaafiyeti geçirenlerin söyleştiği mekânlarda yapılan engin ve zengin lakırdı ve muhabbetler ile insanlık nereye evriliyor, göreceğiz…
Regressif evrim ile insanlığı taş devrine götürecek seyahatleri de planlasa bari Elon Mask’ın ‘SpaceX’i !
İki kelime ile hemencik kendi yahut ötekinin hâlini takrir ediverir.
Meselâ “baba” çeşitleri:
Devlet baba, hacı baba, yetim babası, doktora babası, şan babası, şam babası…hatta iskele babası, kapı babası !
Bir de aslına yakın tutulanlar için kullandıklarımız var; baba gibi, adam gibi, ana gibi, kardeş gibi, evlad gibi…
Yine bir kimseye özenen kiyafetsizler için kullanılır ya; baba bozuntusu, adam bozuntusu, delikanlı bozuntusu…
Olumlu yahut olumsuz manada benzetmeler de “cuk” diye oturur, yerli yerince kullanıldığında;
eşek gibi, katır gibi, akrep gibi, domuz gibi, yılan gibi, leş kargası gibi, çakal gibi…
Ötekine hayat hakkı tanımazlara, altın da ot bitirmeyen “ceviz ağacı gibi”, göstermediği yüzü gösterdiğinden misli misli çok olanlara da “buz dağı gibi” terkipleri de aklıma gelenlerden…
Bir de kendi tükenirken etrafı aydınlatanlar için yahut kabahat işleyipte zılgıt yiyenlerin duruşunu ifâde etmek için “mum gibi” terkibi kullanılır.
Yontulmamış, kaba-saba, nezafet ve nezâket yoksunları için; kalas gibi, odun gibi, kütük gibi derler…
Hoşa giden, rahat ve huzur bulunan yerler için yayla gibi, cennet gibi, vatan gibi deriz …güven veren, heybetli, sırtımızı dayayabileceğimiz kişiler için “dağ gibi” terkibini çok duyarız.
Kâmil, oturmuş, akl-ı selim ve güzel ahlâk timsali kişiler için “evliya gibi”, kötülüğü ve haramiliği ile tescilli olanlara “şeytan gibi”, olmayacak şeyler düşünen ve yapanlara “cin gibi” terkipleri de “cuk” diye oturan cinsten…
Karakter çeşidi bol olunca, kelimesi, kelâm-ı kibarla ve mecazla ifâdesi zengin dilimizi milletimiz yerli yerince ifâdelerinde ne de güzel kullanıyor değil mi ?…