Dünyanın ilk 5 yıldızlı otellerinin bulunduğu, dünyanın en ünlü aktör ve aktristlerinin müdavimi olduğu tatil beldesi Maraş.
Bundan 7 yıl kadar önce Amerikalı, AB’li yetkililerin gizlice bölgeyi gezmesinin ardından “verildi, veriliyor” söylentileriyle haberlerimize konu olan Maraş, bugünlerde yine gündemin başköşesine yerleşti.
Bu sefer haber bizden geldi. Hoşumuza da gitmedi değil.
Düşünün dünyanın en güzel sahilinin halka açılması bir yana, Mağusa, o korkunç garabet yıkıntılardan kurtulacak.
Maraş konusunda birçok haber, röportaj yaptık.
Maraş’ın vakıf malı olduğunu, vakıf mallarının ise hiçbir şekilde satılamayacağını, devredilemeyeceğini, hibe edilemeyeceğini, dolayısıyla Maraş’ın yasal sahiplerinin “Rumlar” değil, Türkler olduğunu belge ve tapularla ortaya koyduk.
Türk Tarih Kurumunun eski başkanlarından, eski milletvekili Yusuf Halaçoğlu, kendisiyle yaptığımız bir mülakatta Maraş konusuyla ilgili olarak şöyle demişti:
-“Elimizde tüm bölgenin dökümü var. Buna göre Abdullah Paşa Vakfı’nın 78 bin dönüme yakın arazisi olduğunu görüyoruz.
İngilizlerin kullandığı Agrotur ve Dikelya üslerinin olduğu araziler bile vakfın.
1878’de İngilizler geçici olarak alıyor, işletiyor, 1914’te iltihak ediyor.
Maraş ve Mağusa bölgesi de vakıf arazisi.
Lala Mustafa Paşa’nın otağından Maraş’a kadar uzanan yerde 30 bin dönüm arazisi görünüyor.
Osmanlı’nın itirazına karşın el konulmuş.
Gümrükçü Osman Vakfının bir mensubu bunu mahkemeden tescil ettirmiş.
Mülhak vakıfların uluslararası hukukta yeri var. Mülhak mallar devredilemez, hibe edemez, temlik edilemez.
Vakıfların mirasçıları bugün hak talebinde bulunabilir.
Bunları araştırmamız gerek. Araştırır ve bulgularla hareket edersek Kıbrıs’ta Rumlara ödenen tazminatları ödemek durumunda kalmayacağız.
Bununla ilgili çalışma grubu kuruldu. Belgeler var. Türkiye zaten biliyor.
Ben söyledim. Şunlar şunlar yapıldığı takdirde Kıbrıs Rumları bunun altından kalkamaz dedim. Türkiye ile masaya oturmak zorunda kalır.
Londra ve Zürih anlaşmaları yapılırken, gasp edilen vakıf mallarıyla ilgili Kıbrıs Türk Toplumu’nun haklarının saklı olduğu, malların geri alınması için başvurulacağına dair taslağa şerh düşülmüş.
Gazimağusa Mahkemesi de izolasyonların kaldırılması karşılığında Maraş’ın Rumlara verileceğine dair demeçlere karşı bölgenin vakıf malı olduğunu tescillemiş.
Dolayısıyla mallar karşılığı çok yüklü bir tazminat isteyebiliriz.
Türkiye’de Vakıflar Yasası çıkardık. 1936’daki beyannameden fazla arazi verdik ancak Bulgaristan, Yunanistan ve Kıbrıs’ta kalan Osmanlı dönemi vakıfları konusunda karşılıklılık prensibini işletmedik.
Madem AB bu yasaları istiyor, biz de çıkarıyoruz, üye olan o ülkelerden de bu yasaların çıkarılması talep edilmeli.
Kıbrıs’taki vakıfların çoğu zati vakıftır. O yüzden hediye edilmez, hibe edilmesi mümkün değil. Maraş’ı verin diyorlar ya, veremezsiniz kardeşim!” –
Kıbrıs Vakıflar İdaresi Eski Genel Müdürü Taner Derviş de, yıllardır elinde çantasıyla kapı kapı gezerek, Maraş’ın Vakıf malı olduğunu anlatmaya çalıştı.
Kendisiyle yaptığımız bir röportajda da Kapalı Maraş bölgesinin 1878 yılından itibaren, hukuka aykırı bir şekilde Kıbrıslı Rumlar tarafından gasp edildiğini ve işgal edilmiş vakıf toprakları üzerinde inşa edilmiş turistik ve ticari tesisler ile Kıbrıslı Rumlar’ın önemli oranda haksız kazanç sağladığını ifade eden Derviş, “Maraş’ta hukuk kurallarına aykırı bir şekilde işgal edilmiş vakıf emlaktan ötürü Kıbrıs Türk Halkı adına mülkiyet ve 133 yıllık tazminat hakkı doğmuştur” demişti.
Tüm bu gerçekler ortadayken, Türk ismi taşıyan bazı hukukçular çıkarak, zaman aşımından söz ediyor ve Maraş’ın esas sahibinin Kıbrıslı Rumlar olduğunu, son tapuların geçerli olduğunu savunuyor.
Kimileri de çıkmış, Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş’ın, tazminat alarak vakıf haklarını İngilizlere devrettiğini söylüyor.
Öncelikle bu hukukçunun kimin avukatı olduğunu sormamız gerekecek zira kendi hakları yerine başkalarının haklarını savunmak için başkasının avukatı olmak gerek.
İkincisi, yani Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş’ın para alıp, vakıf haklarından feragat ettiğine dair iddialara gelelim şimdi.
Diyelim ki Dr. Küçük ve Denktaş bu parayı aldı. Peki vakıf malının veya başkasının malının satılması/hibe edilmesi/ sahiplenilmesi hukuk kurallarınca mümkün mü?
Hele hele mülhak vakfın?
Hani diyorsunuz ya, mallar er-geç sahibine verilecek, neden Abdullah Paşa Vakfının varislerinden Suna hanımın yıllardır verdiği hukuk savaşını dillendirmiyorsunuz?
Suna hanımın malını kim kime nasıl hibe edebilir sizce?
Yazı uzun olacak ama şu bilgi de aklınızın bir köşesinde dursun.
Çınarlılı (KKTC) köylülerle bir mülakat yaptığımızda hiç beklemediğimiz anda ortaya çıkan bir bilgidir bu.
Yıllarca arşiv karıştırsanız ulaşamayacağınız türden…
Çınarlı Köyü sakini Ahmet Sunal, Osmanlı yönetiminde bulunan Kıbrıs adasındaki Türk topraklarının şimdi nasıl olup ta Rumlarınkinin çok altında göründüğüne şu sözlerle açıklık getirmişti:
-“1914’den sonra İngilizler, ‘burası benim’ dedi. Topraktan, mülkten vergi almak istedi. Bizimkiler de ağır vergilerden korunmak için kendi mallarına ‘benim malım’ demedi.
Osmanlı İdaresindeki bir yerde neden Türk toprağı Rumların toprağından azdır sorusunun cevabı budur.
O zaman toprakları tespit etsinler, kayıt altına alsınlar diye rehberler getirdiler. İnsanlar vergi verme zorunluluğundan ötürü ‘bu benim’ diyemediğinden, ‘sahipsizdir, yaz kiliseye…’ dediler.
Dedemin (babamın babası) üzerine 90 dönüm arazi yazılıydı. Sırf üzerinde fazla görünmesin diye üzerine almadı, mal devlete kaldı.”-
Özetle, Kapalı Maraş’taki mülkiyet haklarının Abdullah Paşa, Lala Mustafa Paşa ve Bilal Ağa Vakıfları temelinde Kıbrıs Vakıflar İdaresine ait olduğu, Kapalı Maraş’taki toprağın yüzde 99.9 oranında hukuk kurallarına ve Kıbrıs Yasalarına aykırı bir şekilde, Kıbrıs Rum Kilisesi, Rum turizm şirketleri ve Rum şahıslar tarafından işgal edildiği yani, Kapalı Maraş bölgesindeki 4,638 dönüm 300 a2 tutarındaki vakıf emlakının yüzde 99.99’unun gasp edildiği, Vakıflar İdaresinin elinde sadece 1 dönüm 2 evlek 452 a2 tutarında emlak kaldığı belgelerle sabitken, Rum lehine nöbetlere tutulmak pek yakışık almıyor.
1958 yılından günümüze kadar statüsü değiştirilmiş, zarara uğratılmış Kıbrıs Türk Halkına ait özel mülkiyetten kaynaklanan toprak ve tazminat haklarına sahip çıkmamız gerekiyor.
Bu tespitlerden hareketle, 1878 tarihinden itibaren hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gaspedilmiş Vakıf emlakından kaynaklanan toprak ve tazminat haklarının uluslararası platformda ve müzakere sürecinde savunulması KKTC için hayati önem taşıyor.
Ve yasal olmayan yollardan “yasal sahip” payesini kazanan Rumların, yıllarca kanunsuzca üzerinde oturdukları toprakları geri alabilmek için kapı kapı gezerek yaptıkları kara propagandaya alet olanlara sesleneyim; Kıbrıs Türk’ü borçlu değil 136 yıllık alacaklı.
Öyle alacak verecek işlerine girerseniz, altından kalkamazsınız.
Rum’un avukatlığına soyunursanız, tarihin arka planını aklamanız gerekir ki, o bilgi sizde yok. O yüzden oturun, oturduğunuz yerde…
Yrd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN
Kıbrıs İlim Üniversitesi
Öğretim Üyesi
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
GÜNDEM
3 gün önceGÜNDEM
5 gün önceGÜNDEM
6 gün önceULUSAL
10 gün önceGÜNDEM
12 gün önceGÜNDEM
16 gün önceULUSAL
17 gün önce