Yakın dönemde Türkiye’de olup biteni açıklamakta Türk vatandaşlarının veya siyasilerinin sorunu varsa, acaba yabancılardan ne beklenir? Örneğin ABD’de Joe Biden yönetimi işbaşına geçti ve Türkiye ile ilişkiler nasıl olacak, diye bakarken, tereddüt yaşayanlar olduğunu görebiliriz. Aslında mesele Türkiye’nin meselesidir. Konuları bütünüyle değerlendirmek gerekir.
Türkiye’de (örneğin) 2008-17 yılları arasında neler oldu, diye bakıldığında genel bir kanaat elde etmek mümkün olacaktır. Ancak olaylara birlikte bakmak gerekiyor! Aşağıda tabloda hatırlanabilecekleri sıraladım, buradan takip edelim.
Bu tablonun işaret ettiklerinin önemi şudur: Bunlar Türkiye’nin bölgesinde (sınırının hemen yanında, sorumluluk ve ilgi alanında) meydana gelen olaylardır; ki ABD (ve İsrail) bu konuda önemli bir beklenti içindedir. Diğer yandan bunlar, ülke içinde ve koruması gereken sınırında yaşanan olaylardır; ki burada FETÖ/PDY, KCK/PKK terörü, siyaset kurumu vardır. İşte bu kutup ile yani iç ve dış çerçeve içinde olaya bütünsel açıdan bakılabilmesidir.
Bir canlı organizmanın varlığı için en önemli konusu zarı veya derisidir. Değil mi? Ülkeler de canlı organizmalar gibidir ve sınırları onu var eden temel belirleyicisidir. Bu çok temel konuyu işaret etmek istedim, zira konu siyasal coğrafyada değişiklik ise bu varlıkla alakalı bir mesele olmaktadır.
Tabloda görülen detayı tek tek sıralamayacağım, belli bazı noktalara değineceğim. Konuyla ilgilenenlerin ABD’de Barack Obama döneminin başladığı 2009’u dikkatten uzak tutmamaları gerekir. Zira bu dönemle birlikte bölgemizde Vekalet Savaşı; Arap Baharı ve Suriye İç Savaşı başladı; Irak ve Suriye’de DAEŞ terörü ortaya çıktı, onun boşalttığı yerlere ABD’nin (ve onun bölgedeki değişmez ortağı İsrail’in) istediği PKK/YPG unsurları (2015 sonrası SDG imal edilip böyle anılmaya başlandı, şimdi bunu da başka hale dönüştürüp siyasileştiriyorlar,) yerleştirildi.
Burada akıldan çıkarılmaması gereken konu şudur: ABD siyasi haritada değişiklik yapmak istemektedir. Bu ne demek? Mevcut bölgedeki ülkelere, Rusya gibi güçlere rağmen bir siyasi harita düzenlemesi yapılacak ise projenin buna göre şekillendirilip uygulanması şarttır. Böylesi büyük (coğrafi büyüklüğün yanı sıra milyonlarca insanı ilgilendiriyor) bir projede, eğer ittifak içinde olduğunuz ülke Türkiye var ise her ne olursa olsun, yapılacaklara itirazın gelmeyeceği bir ortamın, atmosferin hazırlanmış olması gerekecektir. (İsrail’in bölgedeki en büyük rakibi Türkiye’dir.)
Bırakalım diğer ülke ve güçleri, salt Türkiye için ABD’nin (ve İsrail’in) bölgedeki jeostratejik kapsamdaki, on yılları içeren projesinde son halkadaki yıllarda sürdürdüğü planına bakılırsa, durum daha iyi anlaşılacak demektir. Çünkü planın içindeki hedeflerde belli görünen bölümler var. Nedir bunlar? Türkiye’den en büyük direnç ordudan ve bazı siyasi kesimlerden gelecektir. O halde; ordunun ABD’nin planı gereği hedeflerine itiraz etmeyeceği bir yapıya getirilmesi ilk hedeftir; ikincisi ise siyasal düzenlemelerin yapılmasıdır.
Burada gerekli olan nedir? En basit şekliyle, belli yeterlilikteki taşeronların (maşaların) olması gerekmektedir. FETÖ/PDY ve KCK/PKK bu amaçla yıllardır hazırlanan yapılardır. İfade edildiği gibi bu iki yapı, güvenlik güçlerini ve siyaseti baskılamak amaçlı olarak devreye konacaktır.
Zamanı daha da geriden başlatarak ortaya koymak mümkündür elbette, ama burada belli bir görsellik oluşsun diye 2008 yılı başlangıç olarak gösterilmektedir. Bu tarih itibarıyla FETÖ/PDY, kendine ve ABD planına muhalefet edecek unsurları tasfiyeye girişerek kumpas davalarını harekete geçirmiştir. Dolayısıyla düzmece davalar başlatılmıştır. Bu davalar olurken ABD herhangi bir şekilde ülkedeki duruma ilişkin yorumda bulunmamıştır. Örneğin, bu davalar adaletsiz, NATO ordusuna siz ne yapıyorsunuz, insan hakları var, diyen yoktur.
Milletçe FETÖ’nün, “paralel” değil de bir tür “asıl” devlet yapılanması olmak için faaliyette bulunduğunu biliyoruz. Zaten bir terslik olmasa idi her alanda devletin, kurumlarının, sivil toplumun, şirketlerin, daha ne varsa, içine sızıp ülkeyi kendine göre bir sistemle yönetmek için adımlarını atmaktaydı. Peki ne oldu da öncelik halinde siyasette karşısına iktidarı aldı ve amaçlarının görünürlüğüne sebep oldu? İşte bunun cevabını vermek için tablodaki büyük resme bakmamız gerekmektedir: Konu Türkiye’de sadece iktidar meselesi olmasa gerekir, esasen başka müşterek konularla birlikte adımların atıldığını görmek gerekir.
Müşterek adımlar deyince hemen KCK/PKK yapısına bakılması gerekiyor. Bilindiği gibi terör ele başı Abdullah Öcalan ABD tarafından 1999 yılında Kenya’da Türkiye’ye mahkeme edilmesi şartıyla verilmiş olabilirdi. Bakınız, ABD bu tarihte bile devrededir. Burada uzun uzadıya ABD (ve İsrail) ile onların projeleri halindeki terör örgütlerinin detaylarını açıklamakla zaman harcamayalım, sonucu söyleyelim. 2003 Körfez Savaşı’na gelindiğinde Türkiye neredeyse PKK terörünü bitirme noktasındaydı. Ancak ABD onları Kandil’de, Irak’ta koruma altına aldı. Irak’ta savaş zamanında herkese mermi atıldı ama PKK’ya bir tane bile atılan ABD mermisi olmadı. Üstelik subayları ve ajanları sürekli görüşme yaptılar. 2005 yılında Kandil’de Kürdistan Toplulukları Birliği, KCK projesini hayata geçirdiler. KCK’nın içinde bölgesel ülkeler, siyasi partiler, STK’lar, silahlı eylem grupları, hepsi açıklanmıştı. Bunu neden söylüyorum? Türkiye’de (kendilerine göre) demokrasi eleştirisi yapanlar iyi bilmelidirler, siyasi sahnedeki bazı partiler ki isimleri sürekli değişmiştir, esasen ve açıkça, “demokratik özerklik” ve “ayrılıkçı siyaset” gütmüşlerdir, halen durum böyledir. O halde Öcalan, Kandil, HDP, PKK, vs. birlikteliğiyle olan her bir konuyu kendi içinde, beraberce, ama aslında ABD (ve İsrail) bağlamında bakmak gerekir. Unutmayalım, devletlerin diplomatları başka dilde konuşur, ama sahada örtülü operasyonlar başka kurallarla icra edilir. ABD için bölgemizde örtülü harekât sahası Türkiye, Suriye, Irak, İran, vs. olmaktadır ve siyasi haritadaki değişiklik manasında işaret ettiğim o amaçları bu sahayla ilgilidir.
Bu durumda 2009 tarihinden itibaren Türkiye siyaseten “açılım süreci” veya “çözüm süreci” şeklinde, başka ifadelerle “kardeşlik projesi” gibi amaçlarla, karşı bir hareket yapmak istemiştir. Her ne olduysa bundan sonra hızla gelişmiştir. Tabloya bu gözle bir daha bakmanızı tavsiye edeceğim. İçeride FETÖ/PDY, KCK/HDP ve marjinal gruplar eylemlere başlamışlardır. Tam oturmamış siyasi alanda yakalanan boşluklardan istismar alanları yaratılmış ve devlet zayıf, zafiyet içinde gösterilmiştir. Bölgede DAEŞ maşası da devreye konmuştur. Bütün bunlar güvenlik güçleri baskı altındayken yapılmıştır. Bir itiraz olduğunda terör eylemleri gerçekleştirilmiştir. Her defasında yüzlerce insanımız canıyla bedel ödenmek durumunda bırakılmıştır.
Çözüm sürecinin geldiği noktasında, PKK terör örgütü, ağa babalarından silah bırakmama talimatını almıştır, çünkü Türkiye’den sonra Suriye’de de yapacakları vardır. “Amaç çözüm ise Türkiye bölünmeli başka yolu yok,” demeye getirmişlerdir. Buna “demokratik özerklik” diyorlar ama asıl amaç ülkeyi bölmektir. Suriye’de Ayn El Arab (Kobani) olayı sonrasında ülke üçünde 6-8 Ekim kalkışması sergilenmiştir. HDP’li belediyeler, siyasi partiler ve sivil toplum içindeki unsurlar, dış destekli olarak harekete geçmişlerdir ve ülkede bir istikrarsız hal yaratmaya çabalamışlardır. Ve girilen bu yolun, ülkeyi bölmenin de ötesinde, bölgede siyasi haritada büyük değişikliklerin olması anlamına geldiği çok net anlaşılınca, ta başa dönülmüştür. Bakınız, çözüm sürecinin bitmesi, 2015 yılı ile ülkede 15 Temmuz 2016 darbe girişimi süreçleri birbirini izleyen konulardır.
2016 yılından başlayarak, “beka” ön plana çıkmıştır, “milli” bir reaksiyon kendini göstermiştir. Bunlar doğaldır, Türkiye böyle refleks gösterdiyse bugün bunlar konu edilmemelidir. Bir yandan taşeronlarla mücadeleye, diğer yandan bölgesel politikalar yürütülemeye başlanmıştır. Bölgedeki olayların gerçekleştiği alanlara çıkınca mesele ve taraflar daha net görülür olmuştur; işte Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Lübnan, Suriye, Filistin, İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya, ABD, İsrail, Yunanistan, Fransa, Almanya…
Geçmişte ve özellikle son on yılda olanları az çok bilenler, fikri olanlar var. Ancak bugünün konusuna bu gözlemlerle bakmakta yarar vardır kanısındayım. Aynı bütünlükte bakılmazsa yine eksik değerlendirmeler yapılacaktır.
Bugün Joe Biden yönetimi Türkiye’ye psikolojik baskı uyguluyor, daha gelir gelmez hissedilen konu bu. Buna literatürde Yumuşak Güç diyorlar. İnsan hakları, demokrasi, özgürlük, vs. gündeme alınıyor ve “iktidarın muhalefetle değiştirileceğini” Biden seçim kampanyası içinde söylemişti. İktidarın değişimi milletin sandık başında vereceği oyla değişir, Biden’ın baskılarıyla olursa bu bir “saldırı” demektir. İnsan hakları ve hukuksuzluklar gibi konularda eleştiriler var. Son on yılda büyük yara almış bir adalet mekanizmamız var. Travmayı atlattıktan sonra yerli yerine oturacak çok nokta var. Bunun farkında olmayan yok, ama şurası yanlış; “onu bırak, bunu sana teslim etmem…” Bu ne demek biliyor musunuz? “Benim taşeronlarıma elleme!” İşte bu çok açık! “Benim siyasi haritada yapacağım değişikliklere burnunu sokma, özellikle Suriye’de, sen kendi iç işlerine odaklan, bana engel olma.” İşte bu da çok açık!
Sonuçta şunu ifade etmem gerekiyor, ABD, Avrupa, Rusya, vs. her kim ne diyorsa ve ne yapıyorsa, bu bizim için bölgesel ve hatta küresel rekabet ile güç mücadelesi içinde ele almamız gereken konulardır. Olaylara bu gözle bakılmalıdır. Kısır siyasi hesaplarla siyaset yapmaktan kurtulmak ilk ve masumane tavsiyedir. Ama ortada masum olmayan hareketler olduğu açıkça duruyorken, hiç kimse olanları görmezden gelemez, çünkü vatanı korumak esastır.
Amerika’ya bakın, 6 Ocak olaylarında ne dediler? Vatanı korumak, siyasi sistemi korumak, demokrasiyi korumak, ülke çıkarlarını korumak… Herkes ve her ülke kendisi için siyaset yapar. O halde başkasına kul olmamak esastır. ABD kendi topraklarında tuttuğu FETÖ’yü iade edecek mi, yoksa muhalefet olarak elinde mi tutacak? ABD kendi himayesindeki terör örgütlerini “insan hakkı ve adalet için” destelemekten vaz geçecek mi, yoksa siyasi haritadaki değişiklik projesine devam mı edecek? ABD sadece “İsrail ortağımdır ve onu koruyacağım” mı diyecek, yoksa “Türkiye de benim ortağımdır, birlikte hareket etmenin yolu bellidir” mi diyecek?
Ben olaylara tarihi yaklaşımları, onlarca yılı içeren geniş vadede, jeopolitik olarak, ülkelerin stratejik hedeflerini ele alarak bakıyorum. Örneğin 1980’de, 1989’da olaya hangi kıstaslarla baktıysam, 2001’de, 2007’de, 2016’da, hatta bugün o gözle bakıyorum. Yarına bakarken de konuları üst üste koyarak değerlendiriyorum. Beş-on yıl sonra olabileceklerle ilgileniyorum. Ya siz?
Gürsel Tokmakoğlu
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
GÜNDEM
3 gün önceGÜNDEM
5 gün önceELAZIĞ
13 gün önceULUSAL
19 gün önceGÜNDEM
20 gün önceELAZIĞ
24 gün önceULUSAL
07 Ekim 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.