ANILAR
554 okunma

ANILAR

ABONE OL
Nis 2, 2021 15:18
ANILAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL
 

Cem Bayındır ağabeyi okurken Keban anılarına gitmemek elde değildi. Keban’da çalışan devlet memuru ve işçilerinin bir evladı olarak belki de Keban Baraj Sitesi’nin bize sonrada öğrettiği kazanımlar çok güzeldi.

Şehri hayatında yaşayan kişilerden farklı olarak şehirli köylü yaşamını yaşadığımızı sonradan anlıyoruz. Ancak köyde yaşayanlardan farklı olarak, DSİ veya TEK araçları ile gıda ihtiyaçlarına haftanın belirli günlerinde tazesinden kavuşmanın sevincini yaşardık. Sebze arabasının belirli günlerde İl Merkezine gidip taze sebze ve meyve getirmesi ile ihtiyaçlar aileler tarafından temin edilirdi.

Yaşımız 10’lu yaşlara geldiğinde para harcamanın ne olduğunu yeni yeni öğrenmeye başlamıştık. Kantin’de fiş usulü, alışveriş yapılır, kantinden alışveriş yapacağımız anda görevlinin “Annenin, babanın haberi var mı”? sorusuna muhattap olunur, verilen izine göre alışverişe müsaade edilirdi. Fiş’de ıvır zıvır diye tabir edilen “çikolata ve bisküvi” yekününün de dengeli olmasına dikkat edilirdi. Muz yemek o dönem itibariyle lüks’tü. Şimdinin çocuklarının ulaşabildiği birçok meyve ve sebze’ye o dönemde ulaşmak ve tanımak oldukça zordu. Brokkoli, Enginar, Trabzon Hurması, Kivi (sonradan ülkeye girdi.) gibi meyve, sebzelerin ne olduğunu bilmezdik.

Renkli televizyonun hayatımıza girdiği dönemlerde “Öylemi? Onlar da renkli televizyon almış”lafları dolaşır, renkli televizyona ulaşılacak günler iple çekilirdi. Artistik patinajı seyretmek çok güzeldi. Eurovizyon şarkı yarışması bizim içim Milli mücadele ayarındaydı. En güzel şarkı bizim olsun diye dua ederdik.  İlerleyen dönemlerde Körfez savaşının canlı anlatımını hikaye dinler gibi dinlerdik. Tercümanın anlatımını, “Helal olsun bu kadına ne güzel anlatıyor” diye özenirdik.

 

Ramazan ayının en güzel yönlerinden biri, çeşmeden soğuk su getirmekti. Yaramazlığımız ayyuka çıktığında, camların macunlarını söker, oyunlar oynardık. Milli bayramlar coşkuyla karşılanır, öğretmenler bayram havasını sonuna kadar yaşatırdı. Öğretmenler yaşam doluydu, hayat doluydu, her çocuğa evlatları gibi bakarlardı.

Keban ilçe merkezine gittiğimizde cebimizdeki harçlıkları harcayarak para harcamanın ne olduğunu anlardık.  Bahar ayında nevruz çiçeklerinin açma dönemlerinde nevruzları toplar, annelerimize hediye ederdik. Bazen de nevruzun soğanını yer, nasiplenirdik.  Çimler üzerinde oynarken, papatyayı, uğur böceğini, mişmiş (aşısız kayısı) üzerinde daldan dala atlayıp meyve aşırmayı öğrenirdik.

Çekirgenin kırmızı kanadıyla balık tutmayı çocukluktan öğrenmiştik. Kırmızı kanadın kefali çektiğini iyi bilirdik. Balık; “Tık tık” oltanın ucuna vurduğunda aldığımız zevk muhteşemdi.  Kamışlarla ok yapar ucuna gazoz kapağını sivriltir, askercilik oynardık.

Site’de sık gitmediğimiz yerler bize efsunlu gelirdi. Korkardık.  En çok tat aldığımız ve lüks gelen yemeklerden biri de “lahmacundu”. Allah selamet versin Yakup KAYA amcamız, gelin bugün lahmacun çıkıyor dediğinde gider alırdık.

Tornet bizim çocukluk arabamızdı. Bilyeli araba Tornet ile ne çok eğlenirdik. İtekleyen, binen, dönüşümlü nasiplenirdik. Kızaklarımız vardı karlı günlerde kaydığımız.

Sakızlar bir başka güzeldi. İçlerinden çıkan futbolcular bizim Ronaldomuz, Messimizdi. O zaman sakızların içinden “Tardelli, Zico, Rossi, Socrates, Maldini, Cruyf” çıkardı. Tipitip, Pembo favori sakızlarımızdı.  Arada taş oyunuyla para gibi kullanırdık bu kağıtları. Sal taşları birbirine değdiğinde vuran kazanırdı. Çivi, toprakla hem hal olur, çizgi oyunuyla eğlenirdik.

Teksas, Tombiks, Örümcek Adam, Mandrake en çok okuduğumuz çizgi romanlardı. Hayat mecmuası’nı okur oradaki artislerin hayatlarını merak ederdik. Kaset dinlemek güzel bir zevkti. 80’ler 90’lar albümleri çok güzeldi. Eskilerden kalan Neşe Karaböcek, Barış Manço, Erol Evgin kasetleri birçok evde bulunurdu.

Gazoz, kola içmek bir lükstü. Cips yoktu.

Yüzmek bizim için kolay öğrenilir bir spordu. Taşların üstünden suya atlamak en büyük zevkimizdi. Yılan balıkları eşliğinde yüzer, onların ne kadar masum olduklarını sonradan anlamışçasına yüzmelerine eşlik ederdik.

Bilye oyunu oynamak, en büyük zevkimizdi. Çukurlar kazılır, saattlerce oyunlar oynanırdı.

Güneşe tuttuğumuzda kıvrılan otlar saatlerimiz, papatyalar umutlarımız, yoncalarımız şanslarımızdı. Nehirin akışını seyretmek o kadar güzeldi ki, Fırat’ın coşkusu yüzümüze savaklar açıldığında değen serin damlacıkların umutları gibiydi.

Evimize günlük olarak Hasan abi tarafından getirilen Tercüman Gazetesi dünyadan bir haber olan mikro hayatlarımızın dünyaya açılan bir kapısı gibiydi.  Şimdi gazete çok, okuyan yok.

Yazacak çok şey var. Bu yazıyı okuyan ve o sitede büyüyen her çocuğun yekünle anı biriktirdiğini biliyorum. Sayfalara sığmaz. Allah selamet versin yaşayanlar, rahmete gidenlerde ışıklar içinde uyusunlar.

Sağlıcakla kalın.

Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.