05 Mart 2022 Cumartesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan Sivil Toplum Kuruluşlarının Gelecekteki Rolüne Dikkat çekti
100 Yıllık Bir Fotoğraftan İzmir’in Kurtuluşu’nun Elazığ’daki Yansımalarına Bakış
Ukrayna Üzerinden Derin Avrasyacı-Atlantikçi Çatışması
Bakanı Hakan Fidan’dan Kırmızı Alarm..
İngilizlerin Kıbrıs Tuzağı
ELAZIĞSPOR
Çağın siyasi akımlarını ve inşa ettiği durumu kavramak açısından ayrıca çaba sarf etmek gerekiyor. Fazlaca politize olmuş toplumların aklında tutması gereken bir nokta da yozlaşmadan (devolution) uzak kalmasıdır. Bugün Türk siyasetini bilinçli bir biçimde yozlaştırmak isteyenler olabilir. Bu durumda toplum olarak neleri bilmemiz, göz önünde tutmamız gerekir, inceleyelim.
TDK’na göre yozlaşmak, “özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, bozulmak, dejenere olmak, tereddi etmek, dönüşmek, manevi anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmek, özünden uzaklaşmak,” demektir.
En başta ifade edeyim, “siyasette yozlaşma” konusu özellikle Batı siyaseti içinde araç olarak sadece rüşvet, yolsuzluk, kayırma, gibi konularla corruption şeklinde açıklanmaktadır. Bunlar kavram kapsamımız içinde var ve yadsınamazdır.
Ben bu yozlaşmayı, yani degeneration, retrogression, devolution kavramlarının kullanıldığı kapsamı tercih ediyorum. Yozlaşmanın tanımını başka şekilde ifade edeyim, “köklü değişim” anlamındaki revolution‘un karşıtı, “köklü gerileme” anlamındaki devolution olarak kapsamlıdır ve esasen böyle kullanmak gerekir. Son dönemin önemli jeopolitik konusu Brexit bütünüyle köklü gerileme, devolution halinde ele alınmıştır, bu konumuzla ilgili iyi bir örnektir. Elbette Birleşik Krallık ile Avrupa ana kıtasının birleşmesini devrim, revolution görenler için bu tartışılır bir konudur, ama kavramsal olarak böyledir.
Eğer bir ülke içindeki siyasete bakacaksanız köklü gerileme veya geriletme çabaları biçimindeki tartışmaların ele alınması gerekir.
Zira siyaseti yapmak için bireysel veya kurumsal olarak ortaya çıkan öznelerin her biri için zaten olması gereken ahlaki yeterliliğin ötesinde, bir de varlık sebebi olacak türden, çok temel değerlerden söz etmemiz gerekir. Eğer yolaşmayı devletin var olan menteşe çivilerini sökmeye doğru açıklayamazsak, bu bize daha pahalıya mal olan sonuçları doğurur.
Antik dönemde ilk siyaset bilimi ve uygulamaları bugün Çin dediğimiz topraklarda gerçekleştirilmişti. Devlet, kamu hizmeti, bayındırlık, kıtlık için alınan düzenli tedbirler, siyaset açısından fikir altyapısı oluşturma düzenekleri belirgin idi. Elbette Babil, Mısır, Latin ve Hint medeniyetleri de siyaseti keşfetmişti. Şöyle söyleyelim, bilinçli ve kurumsal yapılan siyaset çok eski dönemlerde keşfedildi. Bütün dünya buna göre kendi siyasi ve sosyal kültürünü oluşturdu.
Bin yılı geçmiş yazılı kaynağa sahip kültürümüzde ülke, devlet, lider, vatan, bayrak, töre, yasa, savaş, barış, gibi çok önemli kavramlar ve değerler üzerine tespitler bulmak mümkündür. Bunlar döneminde diğerleriyle mukayese edildiğinde çok ileri değerler idi. Bu ileriden giden akıl geniş coğrafyalara adalet dağıttı.
Yazılı kaynak olarak Bilge Kağan Yedinci Asır’da devlet, siyaset, gibi konularda bize önemli ipuçları vermektedir. Göktürk Yazıtından örnek: “Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu! Kendine dön. Seni yükseltmiş Bilge Kağan’a, özgür ve bağımsız ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün. Ulusun adı, sanı yok olmasın diye, Türk ulusu için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım…” Bu metnin tamamında daha çok referans alınacak husus var.
Batı dünyasından ortaya çıkarak yayılan, “modern” dönemin dünya siyasi hareketlerini, dönüşümünü 1789 Fransız İhtilali (revolution) ile gördük. Burada ulusçuluk, liberalizm, vatandaşlık gibi temalar daha belirgin şekilde ortaya çıktı.
Modern Batı dünyası siyasetinde Fransız, Germen ve Birleşik Krallık düşünürlerinin katkısı çoktur. En fazla düşünsel düzeyli tartışmayı belki Fransızlarda görmek mümkündür. Bunu şununla bağlantılı söylüyorum, özgürlüğü, tartışmayı, siyaset yapmayı Avrupa ileri düzeyde gerçekleştirirken, hiçbir zaman kendi kültürlerinin, devletlerinin, hatta ulusal çıkarlarının gerilemesine sebep olacak hareketlerde bulunmamışlardır, hatta ileri kurumsal yapıları kurabilmek inisiyatifi geliştirebilmişlerdir. Bilimde ilerlemeyi, siyasette de ilerleme yöntemiyle kurumsallaştırarak gelişimlerini sürdürmektedirler.
Yeri gelmişken “çıkar” kavramının üzerinde biraz duralım. İmkanları ile ülküleri (idealleri, niyetleri) neyi belirliyorsa, hangi ileri noktayı tanımlıyorsa, o toplum için çıkar odur. Örneğin “milli veya ulusal” değerlerini önemseyen toplumlar, küreselleşen dünyada bir Almanya, Japonya veya Fransa gibi konumlanıp gelişiyorsa, refah ve güvenliğini buna göre geliştiriyorsa, işte bu milli (ulusal) çıkarlar olarak vücut bulur ve çıkarlarını gerektiren politika bu bağlamda icra edilir.
Örneğin “küresel ve enretnasyonalist” değerlerini önemseyen toplumlar, küreselleşen dünyada bir Amerika Birleşik Devletleri gibi konumlanıp gelişiyorsa, refah ve güvenliğini buna göre geliştiriyorsa, işte bu küresel çapta çıkarlar olarak vücut bulur ve politika bu bağlamda icra edilir.
Örneğin “kurumsal” değerlerini önemseyen toplumlar veya uluslar, küreselleşen dünyada bir Avrupa Birliği gibi konumlanıp, refah ve güvenliğini artırma yolunu küresel güçlüklerin içinde koruyarak geliştirmekte buldu ise işte bu birliği çıkarları olarak vücut bulur ve bu çıkarlarını gerektiren politika bu bağlamda hem milli hem birlik olarak iki şapkalı biçimde icra edilir.
Çin’in durumu bu saydıklarımızdan farklıdır. Zira küresel yapılarla gelişmiş, milli değerleri bırakmak istemeyen bir devasa yapıdan bahsedilmektedir, bu tartışmalı güçlüklerin esasını oluşturur. Küreselci, enternasyonalist, milliyetçi ve komünist Çin diye “post-modern” kalıpla tarif edebileceğimiz bu yapı, bu siyasi altyapısını diğer toplumlara sabırla nüfuz ettirmekle ilgilenmektedir. Ortaya çıkan çıkarı paylaşmakla ilgili bir dili kullanırken, aynı zamanda nüfuz alanını küreselleştirmektedir. Refahı ve güvenliği sürekli artmaktadır; ama bu gelişme aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin küreselci veya enternasyonalist politikalarıyla çatışmaktadır.
Dolayısıyla 2020 yılı itibarıyla Birleşik Devletler, özellikle rakipleri Çin ve Rusya’yı hedef alarak, ama bu düşmanlarıyla işbirliği halindeki siyaset tarifi kapsamına giren toplumları da karşısına alarak, “demokratik liberalizm” ihracına girişmiştir. Bu ideoloji Batı değerlerinin tarifinin en kolay yapılabildiği “Batı Kapitalizmi” tarifini diğer güçlerin karşısına koymaktadır.
İlave olarak küresel sermayesiyle belirginleşen “gerçek çıkar sahipleri” vardır. Bu küreselleşmenin ortaya çıkardığı topraksız, ülkesiz gerçek çıkarcı kurumlar, yani küresel şirketler, bilinen bütün siyasi yapılarla ilişkili olarak kendi gelişimlerini sağlayabilmekte ve her türlü fırsattan istifade edebilmektedirler. En fazla küresel şirket sahibi ülke Birleşik Devletler’dir, Çin buna yetişmek için çaba sarf etmektedir.
Özetle durum şöyle: Siyasetin çıkar için yapılması, çıkarın en yüksek biçimde sistemleştirilerek kabul ettirilmesi konusunda, artısıyla eksisiyle, Batı dünyası gelişmiş ve başka toplumlara “yumuşak güç” ihraç eder hale gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri kendine parola olarak liberal dünyanın demokrasi örnekliğini seçmiştir, küreselleşme aygıtlarına bütünüyle hükmeden konumda olmak istemektedir. Son Başkanlık seçimleri ile bir kez daha ortaya çıktı ki, demokratik liberalizm, Birleşik Devletler’in yumuşak güç ihracının en temel ürünüdür, diğer uluslarla, hatta rakipleri klasik devlet Rusya ve post-modern devlet Çin gibi diğer süper güçlerle mücadelesini bu zemine oturtmuştur.
Ülkemizde siyasette bir yozlaşma var mıdır? Siyaset, bilgiden ve milli çıkarlardan koparılıyorsa, dünyadaki genel eğilimlerin çok gerisinden takip ediliyorsa, öz değerlere yarayışlı olmaktan uzaklaşılıyorsa, dış rüzgarların etkisine kapılarak ülkede var olması gereken değerler hakkında tereddüt gelişiyorsa, hatta dışarıdan ihraç edilen fikirler yorumlanmadan ve sistemli adaptasyona tabi tutulmadan uygulanıyorsa, siyasetin kurumsal icra edildiği alanlardan sokaklara kadar ele alınması hakkında bozulma emareleri ortaya çıkıyorsa, hatta bu bozulma günden güne artıyorsa, söylemler ahlaki seviyeyi aşıyorsa, ağır ithamların hemen her durumda karşılığının bulunulabileceği bir zehirleyici atmosferi beslediği anlaşılıyorsa, özdeki temel niteliklerin aşınmasına dönük çıkarlar ön plandaysa, işte bu hal bize siyasette yozlaşmayı işaret eder.
Son günlerde Türk siyasi hayatında göze çarpan bir dolu etkilenilmiş eylemlerle yeni gündemler oluşturulmaktadır. Şunlar ortaya çıkmaktadır: Bilinçli gerginlikler yaratılmaktadır; yanlıştır, çünkü siyasi atmosferin arı ve duru işlemesi gerekir. Bilinçli kör adımlar atılmaktadır; yanlıştır, çünkü ileriyi görmeden bugünün değerini korumanın mümkünü yoktur. Bilinçli çarpık siyasi oluşumlar içine girilmektedir; yanlıştır, çünkü öz değerleri aşındırmaktadır, hatta sonuçta milli çıkarlarda kayıp olması çok muhtemeldir. Bilinçli anarşik yaklaşımlar körüklenmektedir; yanlıştır, çünkü toplumun ayağının altından halıyı çekmenin kime faydası olur ki?
Gelişmekte olan bir ülkenin zor bir coğrafi konumda en fazla bilinçli ve birlik içinde hareket etmesi gerekirken, siyasi yozlaşmaya doğru kayma konusu, üzerinde durulması gereken en önemli meseledir. Aksi halde modern ve post-modern anlayışlara sahip, fazlasıyla aktif, asla görmezden gelinemeyecek türden, hakim, küresel, enternasyonalist, kurumsal ve güçlü-ulusalcı toplumların karşısında refah ve güvenlik açısından pek de yapılacak bir şey kalmayacaktır.
Türk devleti dün kurulmuş değildir, her şeyi yeni öğrenen bir toplum değildir. Öz değerleri ve kendi önemsediği hususlar vardır. Bir geleneği ve medeniyet iddiası vardır. Bu ve bunlara benzer hususlar önemlidir, siyasi yozlaşma ile sahip olunan değerlerin aşındırılmasına sebep olunmamak gerekir. Bu yapılanlar siyaset değildir, yapanlar ise olması gereken siyasetçi değildir. Unutulmasın, aşınma için kullanılanlar yine bizim içerideki özneler olacaktır. Bu durumda bireysel ve kurumsal her öznenin sorumluktan öte bir yükümlülüğü vardır. Türk milletinin bağımsızlık, özgürlük ve demokratik değerleri yazılı kaynaklarla sabittir. Bu gelişen post-modern dünyada milli (ulusal), kurumsal, küresel (en azında birkaç küresel şirket ile beraber) söz sahibi, örneklik eden yapılarla var ve gündemde olmak gerekir. Böyle bir çağdayken kısır düşünce ve yozlaşmış siyasetle çağı kaçıran, siyasi geriletici olmamak gerekir.
Gürsel Tokmakoğlu
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ