05 Mart 2022 Cumartesi
TSD Elazığ’dan Önemli Sosyal Örnek Sorumluluk..
100 Yıllık Bir Fotoğraftan İzmir’in Kurtuluşu’nun Elazığ’daki Yansımalarına Bakış
Ukrayna Üzerinden Derin Avrasyacı-Atlantikçi Çatışması
Elazığ Jandarma Ekiplerinden operasyon
İngilizlerin Kıbrıs Tuzağı
ELAZIĞSPOR
1949 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, neden ABD 2020 seçimleriyle birlikte hatırlandı? İnsan haklarından sorumlu ülke ABD mi? Zengin ülke olmak demek insanlar için her şeyin en iyisini düşünmek demek mi? Buna inanan var mı? Bütün dünyayı Amerika gibi yapınca sorunlar bitecek mi? Başlangıçta şunu söyleyeyim, daha zorlu günlere doğru gidiyoruz, sakın sarf edilen sözler bizleri aldatmasın.
Girişi şöyle yapalım, eğer bugün Amerika en iyi örnektir, diyorsak baştan teslim olmuşuzdur. Neye? Amerikan idealizmine (ülküsüne). Nedir bu ülkü? Bütün dünyayı Amerikan standartlarıyla, kültürüyle ve yöntemiyle idare etmek. Bunun başka adı: Tüm dünya kurgusu, küresel anlayış. Buna hegemonya da deriz. Bunu tarihte başaran bir lider veya ülke oldu mu? Denendi ama olmadı. Amerika yapabilir mi? Bugün ideolojik tema demokratik liberalizm, bununla sadece küresel yönetim inisiyatifi alınabilir, sınırlı hegemonya kurulabilir. Sınırlı da olsa hegemonyayı korumak için de dünya yorgun hale getirilir. Bedeli budur.
Başkası ne diyor, Amerika yerine bunu yapabilecek güç var mı? Hayır. Ama Avrupa diyor ki ben daha demokratikim, idare biçimim daha ileri. Kime güveneceğiz? Konfüçyüs’u tekrar hatırlatmak isteyen Çin’e güvenmek orada dursun…
Denebilir ki, ben zaten Amerika ile ilgilenmiyorum, insan hakları ve insanlık idealizmi diyorum. Bu iddiada olan komutanlar, filozoflar, bilgeler veya dini önderler de oldu. Sonuç ne? İnsan hakları bugün olabildiği kadarıyla bir noktada, daha ilerisinin daha iyi olacağını kim garanti ediyor? Çabalıyoruz, anlatıyoruz… Anlatmak, ikna etmek tamam da bilinmeyen bir şey mi söylüyoruz burada?
Herkes gibi ben de daha iyi bir insanlık isterim. Hatta sonsuz bir yaşam, sanki cennetteymiş gibi yaşayabilmek isterim. Bu hep konuştuğumuz ve düşlediğimiz bir şey. Ama birkaç sorumsuz okuryazarın dilinde eksiksiz ve güven veren bir açıklama ile alakalı değildir bu konu. Bilinmeyen bir şeyden bahsedilmiyor burada. Hangi konudan bahsediyoruz? İkiyüzlü politikacılardan ve politikalardan!
Ayrıca New York’taki o Birleşmiş Milletler konusu tartışmalıdır. Nasıl olsa bir gün düzelir diye de bakmak zorunda değiliz. Keşke bu proje kusursuz olsaydı ve her insanın hakkını gözetseydi. Hatırlatayım, ABD, Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın kurduğu (kısaca böyle söylüyorum, ayrıntısında konu çok daha tartışmalıdır,) Cemiyeti Akvam’ı Senato’da onaylamadı, ret etti. (Joseph S. Nye, Amerikan Yüzyılı Bitti mi? s.6) Bunun yerine kendi önderliğiyle bir çatı kurdu. Güç bende artık, dedi. Konuları birleştirerek okumak gerekir.
Beyanname şöyle der: “Irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir statü gibi herhangi bir tür ayrım olmaksızın evrensel insan onuru ilkesine dayanmaktadır.” Bu ilkelere tarihsel perspektifte uyanlar var, uymayanlar da; hâlâ derdi olanlar da var, olmayanlar da. ben bu sözlerin arkasındayım, ama dedim ya zor sözler değil bunlar, bilinenler. Sorun ise uygulamada, politika konusu bu, rekabet…
Ayrıca bu tek insan hakları metni değildir. Yazılı veya sözlü insanlık pek çok anlatımı hafızasında tutuyor.
Amerika’nın yeni başkanı Joe Biden neticede politikacıdır. Duygu yüklü veya inandırıcı konuşabilir de… Şu ana kadar bilinenler bundan sonra olabileceklerin göstergesidir. Temel gerçek bu herhalde.
Türk tarihinde, daha iyi hatırlayabildiğimiz Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, fethedilen topraklarda yerel halklara serbestçe yaşamaları hakkı verilmişti. En basit açıklamayla, hem o dönemlerin şartlarında, yaklaşık eşitlerinin durumlarına bakarak değerlendirin, sadece “Beni tanı, vergini ver, gerisi sana kalmıştır,” denirdi. Birlikte yaşanan toplumlardan, kendi konusunda ileri olan bireylerin, asker, zanaatkar, memur, vs. her kim ve ne yetenekte ise en yüksek yerlere kadar görev almalarının önünde bir engel yoktu. Sadrazam, mimar başı olmak gibi… Ayrımcılık olmadı ne renkle ne etnik kimlikle ne dinle alakalı konuda.
Buna karşılık sömürgeciler neler yaptılar? Yerel halkları istismar etmeyi öncelikli politika haline getirdiler. Sömürgeciler, istilacılar, zapt ettikleri topraklara zarar verdiler ve hatta soykırım yaptılar. Örneği çok! Buna ek olarak, yerli halkları dertlerinden dolayı suçladılar, toprakları çalınırken onları tembel, güvenilmez ve tehlikeli olmakla suçladılar. (İşte bu sömürgeci akıl Cemiyeti Akvam’ı kurdu, güç başka yere geçince diğer sömürgeci akıl BM’yi kurdu, şimdi de insan haklarının referans noktası sadece burası demeye getiriyor, olsun, ama konunun özünü bilerek yaklaşalım.)
Bırakalım eskiyi, bugüne bakalım diyenler çıkacaktır. Doğru. Ama şu var, bugünün alınan işaretleri bize her ne tür söylenirse söylensin, birçok açıklamayı kendiliğinden yaptırıyor. Evet, belki teknoloji ilerliyor, insan nüfusu artıyor, meşguliyet hacmi fazlalaşıyor, sosyal dengeler ve değer ölçütleri değişiyor, vs. ama insanın her aşamada her an beklediği o daha fazla isteme güdüsü değişmiyor. Şartlara göre, insanoğlu kendine göre çözüm bulup bunu diğerine kabul ettirecek yollar için çaba sarf ediyor.
Amerika ırkçı siyaset yaptı, dış politikasını buna göre düzenledi. Bu durum özellikle Trump döneminde gün yüzüne çıkıp Amerika’nın iç siyasetine ve küresel menfaatlerine eleştiri getirince, “Bu dünyanın sorunudur; evrensel ırkçılık, aşırıcılık, bölücülük belasından kurtulalım, buna karşılık İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni hatırlayalım,” dediler.
Amerika köle sahibi bir toplum olarak ortaya çıkmıştır. Kuruluşundan beri bu sahiplendiği karakterden etkilenmiştir. Trump’ın siyasi tarzı ırkçılığı esas alır ve onunla beraber koşturanlar kölecilik karakteriyle yoğrulmuş kesimlerdir. Şimdi tutup Amerikalılar, Trump ve yandaşlarından kurtulma çabası gösterirken dünyanın başka toplumlarına onu mazeret olarak göstermeye kalkmasınlar. Sadece kendilerine baksınlar. Evrensel değerler bağlamında örnek olmak ve başkalarına liderlik etmek istiyorlarsa, bunun gereğini yansız ve çifte standart dolu politikalarından kurtularak yapsınlar.
Basit örnekler var. Türkiye’ye yöneltilen sözde Ermeni soykırım tasarısı ve bunun bir politik baskı aracı olarak kullanılması anlayışı kabul edilemez, bu bir. İkincisi, otuz yıl Dağlık-Karabağ’daki hukuksuzluğu meşrulaştırmakla ilgilenen bu akıldan ne beklenir? Tarih ve deliller bellidir. Üstelik kendileri bunların ne olduğunu bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Ama onlar iç ve dış siyasi argümanın peşindeler. Politikada formülüze etmek diye bir şey var, değil mi? Sonuçta daha fazla nüfuz, daha fazla çıkar demekteler… Savaşı savaş olarak bilmeyenler, barışı bir mola kabul edenler, sonuçta ikiyüzlüdürler.
Türkiye’nin terörist dediğine gerilla, ayrılıkçı veya özgürlük (liberal) savaşçı diyenler, bugün hangi insan hakkından bahsediyorlar? Senin teröristin, benim teröristim, dediler. Otuz bin masum insanın katili PKK terör örgütünü önce kendi çıkar alanlarına taşıdılar, Irak’ta beslediler, sonra Suriye’de kullandılar, bugün adına bir şeyler diyorlar. Hani nerede o Marksist örgüt? Kim kurdurdu onu? (Hatta diğerlerini… Bekaa’da Ermeni komitacılarla PKK teröristleri birlikte eğitim aldılar.) Amerikan halkının vergilerini bu teröristlere (Suriye’de CENTCOM harcamaları için) aktardılar, bölgemizde kendilerine göre bir plan içindeler, nerede bu hak hukuk?
İnsanın hakkını yememek konusu kültürümüzde çok önemsenir (ölü eti yemekle eş koşulur). Ama başkaları, sömürgeci akla sahip olanlar konuya akılcı politika diye bakarlar. İlkesel duruş gösterdiğini düşünenler veya idealizmin (TDK’na göre, ülkücülük, idealism) savunucusu olanlar olaylara daha dikkatli baksınlar. Sonuçta para nereden nereye akıyor, kim ne kazanıyor, neyin muhasebesini tutuyor, neyin rekabeti içerisinde? Dünya kimilerinin öyle gördüğü bir oyun alanından çok daha fazlasıdır!
Demokrasi ve liberalizm savunucusu Amerika herkese, Çin ve Rusya dahil, akıl verirken, Suudi Arabistan veya Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) siz neden şu çağ dışı yönetimde (monarşide) ısrarcısınız, halbuki demokrasi diye bir idare şekli var, diye söylemiyor, eleştiride bulunmuyor veya üzerlerine baskı kurmuyor? Onlara yaptırım işlemiyor mu? Eski başkanlardan Eisenhower kendinden sonrakilere mektup bırakıp, Körfez ülkelerine pek karışmayın, böyle daha rahat yönetirsiniz mi demişti acaba! Bu tür politikalarda petrol, silah ve daha ne kadar çıkar konusu varsa mevcut. Peki o realizme (gerçekçilik, realism) ne oldu? Kıtır kıtır kestiler Suudi gazeteci Kaşıkçı’yı da bu ABD nerede insan hakkı, hukuku, adalet diye sormadı. Bundan Trump sorumlu, Biden daha insancıl der ve kefili olur musunuz? Daha geçen gün BAE’ye Amerika (ki Kongre’den geçmedikçe silah satılmaz,) F-35 ve İHA sattı. Kime kullanacak bu silahları BAE? İran’a mı? Yemen’deki harap ve bitap düşmüş, ama teröre bulaştırılmış o insanlara mı? Libya’ya mı?
İsrail konusuna girmek istemiyorum, ikiyüzlü dış politika diyorsanız en bariz örnek ABD’nin Filistin-İsrail politikasıdır. Yok sayılan bir Filistin milleti olayı ortadayken insan hakkı ve hukuk demek abes! Yok sayılan diyorum. Karar size kalmış bir konudur demiyorum: Bu resmen insanlık suçudur, bir halkın özgürlüğünü elinden almaktır. Demokrasi ve liberalizm diyenler önce dönüp buraya bakmalılar.
Amerika dünya politikasını tanzim ederken, özellikle 1950’lerden itibaren, başka milletleri kendine tabi kılmaya çalıştı, ilan ettiği düşmanlarına karşı elini güçlendirmeye yöneldi. Yardım ederken bile her bir verdiğini borç defterine yazdı. Sonra, “Bana borçlusun, ona göre!” diye her ne kadar kibar ve diplomatik bir üslup kullandıysa da aslında tehditkâr yaklaştı. Sözünü dinlemeyenleri darbeyle alaşağı etti. Evet, hemen her on yılda bir darbe yapıldığı bir ülkede yaşadık ve bugün bunu en iyi bizler söyleyebiliyoruz. Bu sömürgeci karakterle vücut bulan bir davranış türüydü.
Amerika, inşa etmeye (yapılandırmacılık, constructivism) çalıştığı dünya daha sonra tek kutuplu hale geldiğinden itibaren, tehditkâr, sorumsuz ve üstten bakan bir dış politika ile “küresel liderlik” yapmaya kalıştı. Avrupa ve Uzak Doğu bu durumu bilerek kendini koruma ve geliştirme politikaları izledi. Diğer gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler, başka tabirle tarihsel perspektifte sömürgecilik yapmamış veya sömürge olmuş ülkeler, ellerindekileri yitirmemek adına sarıldığı her bir değerle ayakta kalmaya çalıştı. Uluslararası sistem! Dünyada ülkeler kullan at türü bir havlu peçete olamazlar.
Evrensel duruşta bu tür bir sorumluluk meselesi önemlidir. Amerika kaybettiklerini şimdi Joe Biden’ı örnek göstererek toparlayamaz, üstelik 2016-21 yılları arasında yaşanan olaylar sebep gösterilerek, küresel entelektüel camiada liberal politikaların ne denli önemli olduğu anlatılamaz, anlatılmaya kalkılsa bile yeterince ikna edici olmaz.
Risksiz yaşayan veya az riskle kendine bu yaşamda bir yer bulan biri veya kurum için kolay; sonuçta “benim ilkesel duruşum budur” der ve geçer gider. Kaçamak! Diğer yandan sorumluluk konusundan uzak olmak da aynı şekilde değerlendirilir. Hatta liderlik sorumluluğu taşımadan yapılan kolay yorumlarla tarihsel duruş sergilemek mümkün olmaz. Bu hayat sadece siyasetten, ülkelerin ilişkilerini analiz etmekten ibaret değil. Tarih yazımı devam ediyor; bir sürü ilke bilindiği halde her bir kesitteki sonuç pek de sevimli değildir. İşte yaşam bu karmaşa haliyle ve ikiyüzlü politikacılar içinde devam ediyor. Sadece “reel politik” diyerek ve yaşananları alt alta dizerek, akıllı telefon yazılımı “Siri” misali, düğmeye basınca konuşmanın ötesine geçemeyen ezberci aklın bu tür ciddi değerlendirmeler içinde bir anlam olamaz. Ciddiyet dedim çünkü, bırakın para pul kaybını, insan kanının aktığı çok olay var bu hayatta.
Politikacıların kullandığı retorik bir yana, insan hakkının savunulmasına gönüllü olmak, riske girmek, kaybetmeyi göze almak veya fiilen savaş vermek ancak bir evrensel karakterdeki tutarlılıkla açıklanabilir. Bu nedenle Trump ve Biden bu karakterde insanlar değillerdir, tutarlı hiç değillerdir. Amerika’daki Cumhuriyetçiler ve Demokratlar bu tarihsel misyonu hiçbir şekilde taşıyamazlar. Liberal entelektüellerin salt ilkesel anlatımlara dayalı tavırları asla o yaşanan gerçek olguları ortadan kaldırmaya yetmez. Unutulmasın para denen meta basılıyor, değer kazandırılıyor, alınıp satılıyor ve sayıca azınlıktaki birilerinin kasasında birikiyor, yoksulun derdine derman olacak yerlerde kullanılmıyor; ama söylenen kuru söz çok!
Evet, Trump seçimde oylarını belli çevrelerden aldı. Kimdi bunlar? Beyaz Amerikalılar, nispeten yaşlı, daha az eğitimli, banliyöde ve kırsalda yaşayan kesimler, Evanjelik Hıristiyan denenler… Bu tasnifi ben değil, gözde bir sayfada yazan entelektüel yapıyor, bunu da söylemiş olayım. Columbia Üniversitesi Profesörü ve BM Danışmanı Jeffrey D. Sachs ilaveten şöyle diyor: “Amerikalı yetişkinlerin yaklaşık %20-25’ini oluşturan bu seçmen grubu, 2016 seçimlerinde Trump’ın ateşli tabanı haline geldi… Trump’ın kaba siyaseti, 6 Ocak’ta Kongre binasına baskın düzenleyen ve Joe Biden’ın zaferinin onaylanmasını engellemediği için Başkan Yardımcısı Mike Pence’i linç etmekle tehdit eden yaşlı beyaz evanjeliklere ve bazı genç seçmenlere ırkçı çağrısının ısrarını gösterdi… Trump’ın ayrılışı, yalnızca ağır yaralı ABD toplumunda değil, her yerde çok ırklı bölünmüş toplumlarda yeni bir başlangıç için bir fırsattır.“[1]
İşte bu kesimin varlığına bakan politika gözlemcileri “Trumpizm devam eder,” diyorlar. Neden? Her zaman bir düşman, konu edilecek hatalı kişi ve kesim olmalı ki daha sonraki mazeretler için kullanılabilsin.
Joe Biden kabinesine değişik etnik toplulukların temsilcilerini alarak bir yola çıkıyor. Bu kabinede kimlerin olduğuna bağlı bir konu mu? Dengelemek her işi çözer mi?
Dünyaya neyi seyrettirdiler? Amerika ne kadar da demokrasi ve özgürlük düşkünü!.. Bu filmi seyretti dünya. Gerçek ne olacak? Gücü elde tutma, silah satışları, kıyasıya rekabet, gruplaşma, ötekileştirme, dışlama, düşmanlaştırma, terör, hatta savaş, para basıp dağıtma, büyüme rakamları için politikalar… Gerçekte olanlar bunlar. Gerçek! Sonra entelektüel çıkıp bu da oldu şu da diyerek konuşacak!
Sömürgeciliğin dokularına işlediği bir akıldan başka bir şey beklenmez, yeni-sömürgecilik (neokolonyalizm, neocolonialism) dışında. Keşke düzelseler, insan hakkını teslim etseler! Bizler de cennette gibi yaşasak. Bunu en çok bizler isteriz, milletçe, öyle değil mi? Bir medeniyet savaşı veren kendi milletimden bahsediyorum burada, her ne kadar sistem içinde cari eksikleri varsa da.
Gürsel Tokmakoğlu
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ