Gürsel Tokmakoğlu

Gürsel Tokmakoğlu

05 Mart 2022 Cumartesi

2021’de Politika ve Savunma

2021’de Politika ve Savunma
0

BEĞENDİM

ABONE OL

2020 çok yıkıcı geçti, şaşırtıcıydı, yaşananlara inanamadığımız anlar çok oldu. 2021 bir tür hazmetme dönemi olarak geçti. Ama aslında belirgin bir dönüşümün ana hatlarıyla belirginleştiği dönemdi. Geride bırakacağımız bu yılda Batı kültürü, Batılı olmak, Transatlantik, NATO, egemenlik, Asya, Pasifik gibi ifadeleri çokça duyduk. Ben de bu kavramlar ve kurumsal yapılar çerçevesinde çok temel konu başlıklarını tartışmışsak istedim. Olup biteni iki kavramla özetlemek istedim: Politika ve savunma. Özellikle Soğuk Savaş sonrasından bugüne, buradan da 2030’a giden yolda, sadece ülkeler değil, bireylerin bakış açılarıyla gelişen refah ve güvenlik ihtiyacına bağlı çok temel bir konu hakkında bilgilerimizi tazeleyelim istedim. Örnek olarak sıcak Ukrayna meselesine değineceğim. Çin stratejisi üzerinden geçeceğim.

BATI ve ORTAKLIK

Tarih ve felsefe başta olmak kaydıyla pek çok temel konuya bakarak genel bir çıkarım yapıldığında; Batı dünyasının gücünü kapitalizme ve bununla daha çok kültürel yönden eşgüdüm halinde hareket edenlere dayandırdığı, bireysel çıkarcılığın ve tatminin katı bir şekilde korunması gerektiği anlayışının hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Bu köklü “kültürel ortaklık” temel bir anlayış olarak, “aynı tepkileri verebilen politik eksen”şeklinde kendini göstermektedir. Diğer kültürlerle aynı türden yakınlık kurulamamasının ve karşıtlıkların yaşanmasının, bunun da bir “diğer politik eksen” olarak kendini göstermesinin açıklaması, bu şekilde yapılır.

Bu soyut anlatımın somut şekilde karşılık bulduğu bir zaman aralığında analizcilerin dahi gelgitler yaşadığı bir dönemdeyiz. Örneğin Demokrat Joe Biden Yönetimi’nin bugün G7, Avrupa Birliği, NATO, bunun içindeki derin ortaklıklar, AUKUS, QUAD, gibi yapılarla kolaylıkla kurabildiği ortaklıklara bakılacak olursak, bu bahsettiğimiz temel soyutluğun gereği olarak bir sonraki adımda “küresel politika” noktasında kendini nasıl gösterdiğini açıklamamız kolaylaşır. Bir bakarsınız ki bir yanda küresel tüm dokulara nüfuz eden bir akıl var, ama diğer yandan sürekli özgürlükten bahsediyor. Bu çok kişiye bir çelişkiymiş gibi gelebilir. Ama özünde bu bahsettiğim soyut algıya sahip olanların düşüncesinde tereddüt oluşturacak konu değildir. O halde bireysel güce, çıkara, dünya görüşüne dayalı bu kültürel birlikteliğin iyi anlaşılmasında yarar vardır. Uluslararası İlişkiler konusunun sadece “devletlerin çıkarı vardır” söylemiyle yeterli olmadığı, beraberinde ve aslında kökeninde, “bireysel çıkarın hâkim olduğu bir anlayışı” kabul etmek gerektiği açıktır. Ancak bu bireysel çıkarın bir akılcı (rasyonel) tarafı vardır ve rasyonalite ile Uluslararası İlişkiler bahsinde sürdürülen politika uygulamasının karşılığı ise “Akıllı Güç” uygulaması şeklinde gerçekleşir.

Eğer bugün Joe Biden, “Batı tipi demokrasi” ve “Batı tipi kapitalist sistem” diye bir politikayla ortaya çıkıp konuştuğunda iki uç nokta görmekteyiz: İtirazsız bunu kabullenenler ve buna ikiyüzlü bir politika olarak bakanlar. Eğer bir Japon, Güney Koreli veya Hintli bu politika için kendini ortak görüyor ise bunun gerisinde olan temel düşünce, bireyin yaşama verdiği anlamda yer bulmaktadır. Özellikle bu tür ülke insanlarının kendi kültürlerini muhafaza ederlerken Batı sistemini başarıyla uyguladıkları dikkat çekici gösterilmektedir. Bu örneklediğim Japon birey için ne Joe Biden’ın ne de ABD’nin önemi vardır, burada önemli olan kendinin yaşamla olan bağıdır, beklentileri ve tatminidir. Bu merkezden bakılırsa bu yetişmiş birey kendini daha da geliştirecek olan tarafın muhafazasından yana tavır almaktadır, seçimini başkasına hesap vermeden böyle yapmaktadır.

Egemenlik, özgür irade, bireysel tatmin ve gelişme arzusu, emniyetli yaşama içgüdüsü…

DEVRİM ve KÜRESELLEŞME

Dördüncü Sanayi Devrimi oldu ve her oluşumu etkiliyor. Küreselleşme, Bilgi Çağı, büyük sermayenin doyma noktasına gelmesi, kuantum fiziği aklı, kaosun kontrolü, siber teknolojiler, gibi araçlarla gelişmiş bilgisayar ve internet ağ (network) teknolojileri, yani sanal dünya beraberinde Dördüncü Sanayi Devrimi’ni getirdi. Bu her şeyin, anlayışların, değerlerin standartları, politikaların, hatta insanın değişmesi demekti! Bundan böyle asıl mesele gerekli olan Doğal Uyumlanma Dönemi’nin atlatılmasına dönüştü.

Küreselleşmenin tamamlanması yolunda ilerlenirken ara engeller aşılmalıydı. Yerkürede ve hatta insanın yerleştiği her yerde geçerli tek bir para sistemiyle engelsiz büyümenin ve yeni küresel sistemin kontrol edilmesinin gerekli olduğu bir dönem başlatıldı. Bu değişimin küresel zorunluluklarla da açıklandığı fırsatlar oluştu: Küresel finans krizi, küresel koronavirüs pandemisi, küresel iklim krizi, küresel terör tehdidi, küresel tedarik zincirleri, gibi önemli etkiler.

ABD yeni ittifak ve ortaklıklar doktrinini uygulamaya koydu. NATO yeni hedeflerini 2019 ve 2021’de açıkladı, 2030 vizyonu küresel kapsamdadır: Kuzey Kutbu, uzay, siber alan, Çin hedef alanında. Fintech çalışmalarının uygulamaları denemeleri ve sistemleşme çalışmaları sürmektedir. Küresel finans, pandemi, iklim, terör krizlerine çözümler önerilmekte ve bunlara bağlı yeşil teknolojilerin ve sosyo-ekonomik yapıların kurulması, küresel tedarik zincirleri ve ticaret ve finansmanı, gibi alanlarda standartların belirlenmesi çalışmaları sürmektedir.

TRANSATLANTİK ve RUSYA

Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü üzerinde bir açıklama yapalım. Kapitalizmi, görece de olsa bireysel gelişimi ve bunun politikalarını korumakla ilgili bir örgüttür. Buna özgür dünyanın savunma örgütü de denmektedir. NATO, 1949’da 12 egemen ülke (Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ile kuruldu ve bugün ittifakta 30 ülke var. NATO, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi uyarınca toplu savunma haklarıyla tamamen uyumluydu biçimde kuruldu. NATO’daki tüm kararlar fikir birliği ile alınır, yani bir karar ancak her bir Müttefik kabul ederse alınabilir. Kuruluş şartlarında, Soğuk Savaş’ın daha belirgin olduğu dönemlerde, her ne kadar NATO eşit haklara sahip üyelerin katılımına dayalı bir örgütse de başat güç ABD, bütçe, teknoloji, strateji ve istihbarat ağırlıklı yönlendirmeleriyle doğal olarak örgüt içinde hâkim konumda bulunmaktaydı (bugün de böyle). Bu kapsamlı bir iç tartışma konusudur. Kurulduğu zamanın anlatımları da dahil, ama özellikle yakın dönemde NATO anlatımlarında “egemen ulus” kavramı esas alınır. Egemen ulus, NATO ile “savunma” alanında anlaşma yapar ve bir hedef soyut biçimde ifade edilir. Savunulacak olan değerlerdir ve kültürdür. Neden Rusya veya Çin gibi somut bir hedef yoktur da “demokrasi” ve “özgür dünya anlayışı” vardır? Eğer bu hususu başka şekilde açıklarsak; otoriterlik, işgalcilik, sertlik yanlısı politikaları öne çıkaranlar hedeftir. NATO, çatışma istemez, sertlik yanlısı politikalara sahip olanları caydırır, asıl amacı herkesi bünyesine almaktır. Askeri kapasiteyi bu amaçla planlı bir şeklide kullanır. NATO’ya dahil olan bir ülke, kendi bölgesinde barış ve istikrarın gelişmesini emniyetle temin etmek ister. Bunu temin ederken, savaşmadan güç göstererek yapmayı esas alır. Başka ifadeyle emniyetli atmosferi, sert durarak, ama yeterli hazırlığı olduğu halde, sertliği kullanmadan temin etmek ister. Akıllı Güç uygulaması stratejik açıdan çok önemlidir. NATO kendi bölgesindeki ülkelere saldırıya karşı önlem aldığı gibi insani talepler için de yardıma hazırdır. Bu ifadelere bakarak NATO’nun genişlemesi demek; egemenlik ve insani hakların genişletilmesini emniyetle garanti altına almak demek olur.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Rusya, Paris Tüzüğü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) kurulması, Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’nin oluşturulması ve NATO-Rusya Kuruluşu dahil olmak üzere kapsayıcı bir “Avrupa Güvenlik Mimarisi” inşa etme taahhüdünü esas alır. Bu Avrupa Güvenlik Mimarisi’nin ruhunda ifade ettiğim soyut düşünceler var. Ancak Rusya veya Rusya’yı ayakta tutan oligarşi tekrar güçlenene kadar zaman kazanma yolunu seçmiş olabilir. Eğer bugün Rusya’nın “komünizm” ile değil de “oligarşik kapitalizm” ile gelişmek istemesini göz önüne alırsak, bugün beklediği güce eriştiğini ve nüfuz alanını bu şekilde genişletmek istediğini söyleyebiliriz. (Çeşitli örnekler var, bölgemizdeki Libya ve Suriye dahildir.) Soğuk Savaş’tan sonra ve tarihin bu yakın döneminde, NATO’nun işte bu Rusya’nın genişlemeci tutumuna ve politikalarına karşı politika geliştirdiğine dair açıklamalar sunduğuna dikkat çekmemiz gerekmektedir. Örneğin Rusya Federasyonu güçlenince 2008’de Gürcistan’a askeri yönden müdahale etti. Diğer konu, 2014 yılında fırsat bulup Ukrayna’nın Kırım ve Donbass bölgelerini işgal etti. Bugün NATO, Rusya’nın Avrupa Güvenlik Mimarisi’nin taahhütlerine bağlı kalmasını hatırlatmak adına bölgeye askerini yerleştiriyor. Bu bağlamda Batı kültürü, Gürcistan ve Ukrayna gibi uluslara da özgür iradeleriyle talep ettikleri Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya dahil olma yolunda imkân vermektedir. Başka şekilde söylersek, Ukrayna halkı Rusya’nın oligarşik kapitalizmini değil, bireyin kültürel zenginliğini esas alan çoğulcu demokrasinin uygulanabildiği Batı tipi kapitalizmi kabul ettiklerini dile getirildiği ortaya çıkıyor.

Uluslararası İlişkiler yönüyle bilinmesi gereken somut nokta SSCB dağılırken imzalanan kurucu anlaşmalardır. Rusya ve SSCB’den çıkan ülkeler, özellikle bu periyotta Avrupa’ya ve NATO’ya dahil olan Litvanya, Letonya, Estonya ve Polonya gündeme geliyor, bütün bunlar birer kuruluş senedi imzaladılar. Bu bağlamda “NATO ile Rusya Arasındaki Kurucu Yasası” önemli bir belgedir. Bugün kendini daha güçlü hisseden Rusya imzaladığı bu kuruluş senedini yok sayma eğilimindedir. Hatta Ukrayna’yı işgal etmekle Rusya alenen bu senedin hilafına bir girişimde bulunarak sorunu farklı bir noktaya taşımaktadır; neredeyse Soğuk Savaş şartlarına geri döndüklerini ima etmektedir.

Helsinki Nihai Senedi, her egemen ulus, kendi güvenlik düzenlemelerini seçme hakkına sahiptir, der. Bu, Avrupa güvenliğinin temel bir ilkesidir ve Rusya’nın da kabul ettiği bir ilkedir. Rusya, NATO ve Rusya Arasındaki Kurucu Yasayı imzalarken, “tüm devletlerin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini ve kendi güvenliklerini sağlamak için gerekli araçları seçme hakkının korunmasını taahhüt etti,” dedi. Öyleyse bugün Putin’in ve Lavrov’un çokça dile getirdiği, Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO’ya giremeyeceği iddiası tamamen yanlış bir argümandır.

Halen NATO’nun Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Rusya gibi ortak ülkelerde sivil irtibat büroları bulunmaktadır. Bunlar henüz birer “askeri üs” niteliği taşımaz. Kosova’da savaş şartlarında KFOR, Barışı Koruma Gücü’ne bağlı oluşum vardır. NATO sözü edilen her ülkeye bu tür büroları açarken veya talep edildiğinde askeri uzman gönderirken iki ülke arasında anlaşma imzalamaktadır. Sürekli egemenlik ilkesi göz ününde tutulmaktadır. Bütün bu faaliyetler Viyana Belgesi esas alınarak tesis edilir.

Bu konuların değişik yansımaları olur. Örneğin Rusya da diyor ki, Suriye’de Esad’ın davetlisi olarak bulunuyorum.

İttifak’ın kurucu belgesi olan 1949 tarihli Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 10. Maddesi “Açık Kapı Politikası” hakkındadır. Bu politika, “NATO üyeliğinin, bu Antlaşma’nın ilkelerini ilerletebilecek ve Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğine katkıda bulunabilecek konumda olan herhangi bir Avrupa devletine açık olduğunu,” belirtmektedir. Dolayısıyla NATO’nun genişlemesi söz konusu olmaktadır, ama bu her bir ülkeye açıktır, hatta daha düne kadar Rusya Federasyonu için dahi geçerli bir durumdu (2021’de önce Rusya sonra NATO iptal edildi). NATO bu 10. Maddeyi iptal etmedi ve hiçbir zaman genişleme potansiyelini sınırlamadı. Son 72 yılda 30 ülke özgürce ve kendi iç demokratik süreçlerine uygun olarak NATO’ya katılmayı seçti. Buna “egemenlik seçimi” dendi. Hatta buna NATO’nun genişlemesi demek yerine, özgür dünyanın kültürünün bir çatı altında toplanma iradesi göstermesi, denmektedir. Buna bakarak birçok politik kampta yer alan fraksiyon, NATO savunma örgütünü de örnek göstererek, bir küresel-emperyalist genişlemeden söz etmektedirler. Oysa bu tür politik esaslı propagandaları, örnek verdiğimiz Japon veya Hintli umursamaz, gerçek olarak kendi refah ve güvenliğini esas alır. Bütün bu karmaşık tepkiler, etki altındaki veya kendi fikrine hâkim olan farklı bireylerin neyi, nasıl tanımladığının ve nasıl yaşamak istediklerinin tezahürü olarak düşünülebilecek konulardır.

NATO, Temmuz 1990’daki Londra Zirvesi’nde, rakipleriyle karşı karşıya gelmek yerine, diyalog önermeye başladı. İttifak, Rusya dahil tüm Avrupa’ya açık olan, Barış için Ortaklık (PfP) ve Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi (EAPC) kuruluşlarıyla diyalog ve işbirliğini kurumsallaştırdı. 1997’de NATO ve Rusya, NATO Rusya Daimî Ortak Konseyi’ni oluşturan Karşılıklı İlişkiler, İşbirliği ve Güvenlik Kurucu Yasası’nı imzaladılar. 2002’de bu yasa, NATO-Rusya Konseyi’ni (NRC) metnine yükseltildi ve Kurucu Yasa budur!

Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin ise esasen emperyalist Batı’nın genişlediğini, NATO askerini sınırlarına yığdığını ve bu durumun Rusya’yı tehdit etmek olduğunu iddia ediyor. O halde bu yeni durumda Putin, Avrupa Güvenlik Mimarisi fikrine bir alternatif getiriyor, Avrupa’ya enerji ve ticaret yolları dahil değişik şekillerde bana da muhtaçsınız, diyor ve SSCB dağılırken kendi içinde imzaladıkları Ukrayna dahil, Kafkaslar, Orta Asya ve Doğu Avrupa’daki yeni devletlere, Bağımsız Devletler Topluluğu ile Kolektif Güvenlik Örgütü anlaşmalarına uymalarını hatırlatıyor. Uluslararası İlişkiler yönüyle konuyu tekrar edeyim, Batı tarafı Rusya’ya, benimle imzaladığın taahhüt önemli, kendi iç anlaşmaların sizi ilgilendirir, diyor.

ALTERNATİF ARAYIŞI ve ÇİN

Savunmayı düşünürken değil bölgesel, küresel çapta bazı zorluklar var. Bu zorluklar; savunma harcamalarının artması, silah endüstrisinin yenilenebilme gücü, nükleer silahlar, Rusya ile Çin’in ortaklık kurabilmeleridir. ABD ve ortakları işte bu durumu göz önüne almaktadır. Eğer Rusya ve Çin silahlanıyorlarsa, ki öyle, ABD ve ortakları onlardan daha fazla ve gelişmiş silahı üretmek zorundalar. Bu bağlamda Batı eksenindeki güçler Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) yönünde tutarlı olduklarını, bunun küresel silahsızlanma rejiminin temel taşı, uluslararası barış ve güvenlik için önemli bir role sahip olduğunu savunurlar. Buna karşılık Rusya ise sorumsuz hareket ediyor, yeni tür istikrarı bozan silahlara yatırım yapıyor, nükleer yeteneklerini genişletiyor, nükleer tatbikatlarını hızlandırıyor, AGİT çerçevesinde imzalanan anlaşmalara karşı hareket ediyor, güvenlik ortamı bağlamında şeffaflık ve öngörülebilirliğe katkıda bulunmak yerine gizliden gizliye bu tür tehlikeli gücünü artıran politikaları sürdürüyor.

Özellikle Donald Trump’ın çalkantılı Başkanlık döneminden sonra 2021 itibarıyla Batı dünyası ve tazelenen yeni ortakları; “Batı ülkeleri rakiplerin projelerine mecbur değiller, alternatif projeler devreye konacak,” şeklinde yeni bir politikayı devreye koymaktalar. 2022’den itibaren bu husus daha da belirginleşecek ve gerginlikler bu politikanın çerçevesi içinde yaşanacaktır. Çin’in Kuşak Yol Girişimi’ne (BRI) alternatif Batı kendi girişimini açıklayacaktır (başladılar bile), Avrupa’ya bağlanan Rusya hakimiyetindeki enerji güzergahlarına alternatif Batı’nın kontrolünde yeni imkanlar geliştirilecektir (örneğin bugünlerde ABD, Avrupa’ya Kuzey Akım-2’ye alternatif önerdi). Bu tip alternatif içerikli projeler artacaktır. Deniz ve hava limanları, kara, deniz ve demir yolları… Hint-Pasifik ekseninde QUAD ile yeni imkanlar, Kuzey Kutbu’nun egemenlik ve işletilmesi konusuna Transatlantik yeni tedbirler geliştirecektir. Yeşil Enerji teknolojilerinin uygulamalarında Batı güçlerinin (hükümetler ve şirketler) proaktif çabası yoğunlaşacaktır. İklim bağlamında Paris Antlaşması’nın bundan böyle uygulamasında Batı ekseni Rusya ve Çin’e karşı inisiyatifi elde tutmak isteyecek, Hindistan’a müsamahalı bir tutum sergileyecektir.

Rusya’nın jeostratejik konumu bellidir. Pasifik’ten Atlantik’e uzanan bir coğrafyada kontrolü elinde tutmakla ilgileniyor. Asya-Pasifik’te Çin’in gelişmesi üzerine dengeler değişti. Her ne kadar Mançurya’da aralarında sorunlu toprak olsa da Rusya, Çin ile ortak hareket etmek istiyor. Şangay İşbirliği Teşkilatı (SCO) işlevini sürdürmekte, Asya’da hakim olmak istemektedir. Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping video konferans yaptılar ve anlaşamadığı konular çoğunluktadır. Peşinden Putin ve Xi birbirlerini destekleyecekleri yönünde açıklamalar yapmışlardır. Somut olarak teknolojik silah, örneğin hipersonik füze, üretiminde işbirliği yapacakları konusu öne çıkmıştır.

Bütün bunlar oluyor, olacaktır da. İnsanın olduğu yerde rekabet eksik olmaz. Peki, ben neye bakıyorum? Gerçekten Çin, ABD’yi veya onun savunduğu fikirleri tehdit ediyor mu? Bu tehdit teşkil etme durumunu, ortaklıkları, silahlanması, nüfuz alanını genişletme çabası, diplomatik girişimleri, ekonomik angajmanları, hasılı niyet ve maksadıyla gösteriyor mu, buna bakmam icap ediyor. Çin güçlendi ve artık Çin’in ABD’yi stratejik rakip görmesi söz konusudur. Görünen tablo: Bunu güçlü ulus devlet olarak ifade etmesi; ABD ile Çin arasında birbirine karşıt iki sistemin (Uluslararası Sisteme Açık Liberal Demokrat ABD’ye karşılık, Uluslararası Sisteme Kapalı Otoriter Komünist Çin olarak) varlığının ifade bulması; Çin’in dünyanın diğer tarafına meydan okuyan hırslı bir rakip haline dönüşmesi.

Joe Biden “demokrasi” derken, Çin Komünist Partisi de “ortak kader” demektedir. Çin’in stratejisi nedir? Stratejinin adı: Çin ulusunun “büyük gençleşme”sini tamamlaması. Hedef: 2049. Peki Çin bunu nasıl başaracak? Çin, bu stratejiyi yerel imkanları kullanarak elde edemez, dışarıdan kaynak yaratması gerekiyor. Bu ise bir güç mücadelesi ve meydan okuma manasına gelir. Bu strateji, uluslararası koşulları, Çin Komünist Partisi’nin “ortak kader topluluğu” kavramına uyacak şekilde değiştirme çabası içinde gerçekleşir. Bakınız, bu kavramları, Büyük Gençleşme ve Ortak Kader, Çin kendisi ifade ediyor, dikkat çekicidir. Çin ulusunun büyük gençleşmesini gerçekleştirmek için uluslararası düzeni şekillendirmeye çalışması söz konusudur. Peki bunu neyle yapacak? Kendi ideolojisi ve yönetim biçimini, ki ABD buna kısaca “otoriter sistem” diyor, esası ise Çin Komünist Partisi yönetiminin, Liberal Demokrat ideolojisiyle sorunsuz yaşayabileceği bir sistemi öneriyor. Çin’in 2049 yılına kadar “Çin ulusunun büyük gençleşmesini” gerçekleştirmeye yönelik ulusal stratejisi, Halk Kurtuluş Ordusu’nu güçlendirme emelleriyle derinden bütünleşmiştir.

Çin Komünist Partisi, yeni bir ekonomik strateji, yani “ikili dolaşım” olarak adlandırılan yeni bir “kalkınma modeli” açıkladı. Çin’in dış politikası, “Çin ulusunun büyük gençleşmesini” gerçekleştirme stratejisini destekleyen bir “ortak kader topluluğu” inşa etmeyi amaçlamaktadır. Pekin’in uluslararası düzen için revizyonist tutkusu, ulusal stratejisinin hedeflerinden ve Çin Komünist Partisi’nin siyasi ve yönetim sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Çin bu politikaya 2019’da karar verdi, kayda geçti. Ordu, Çin’in dış politikasının önünü açacak türden gelişim içinde olacak. Bu durum Çin’e bir küresel karakter kazandırır. Çin’in ekonomik gelişimi, askeri modernizasyonunu yalnızca daha büyük savunma bütçesi için gerekli araçları sağlayarak değil, aynı zamanda “Made in China 2025” ve “China Standarts 2035” gibi Çin Komünist Partisi liderliğindeki girişimleri teknolojik altyapı ve büyüyen ulusal sanayisinin sistematik faydaları yoluyla destekleyerek gerçekleştirir. Çin, ulusal gençleştirme hedeflerini desteklemek, entegre bir ulusal stratejik sistem ve yetenekler oluşturmak, ekonomik, sosyal ve güvenlik geliştirme stratejilerini birleştirmek için Askeri-Sivil Füzyon (ASF) Geliştirme Stratejisi’ni takip eder.

O halde Transatlantik ile Asya-Pasifik arasındaki gerilim giderek artmaktadır.

Haziran 2021’deki Brüksel Zirvesi’nde NATO Müttefikleri, İttifak’ı modernize etmek ve gelişen şartlara uyarlamak, önümüzdeki on yıl (NATO 2030) ve sonrası için rotasını belirlemek için birlikte daha fazla gayreti göstermeye karar verdiler. NATO’nun bir sonraki Stratejik Kavram’ı, bu zamana ve şartlara uyarlamanın planıdır. Transatlantik, “küresel tehdit ve rekabet” şartlarının arttığı bir zamanda, NATO’da birlikte güçlü durmaya devam etme kararı aldı. Bu maksatla “derin ortaklar” konusunu kayıt altına aldı. Müttefiklerin karşılaştığı güvenlik sorunları, herhangi bir ülke veya kıtanın tek başına yüzleşemeyeceği kadar büyüktür, şeklinde belirginleştirildi. NATO’nun misyonu küresel çapta 1 milyardan fazla insanı korumaya aldı.

NATO gibi, Avrupa Birliği, G7 veya diğer oluşumlara aynı gözle bakmak gerekmektedir. Burada alınganlık göstererek veya küserek hareket etmek yerine, oyunun kuralları belli, rekabeti olması gereken mecralarda sürdürmek yoluyla ilerlemek, politik kurguyu buna göre sürdürmek beklenmektedir. Tek tek bakılırsa, Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika, Japonya, Hindistan, aralarındaki zıtlıklar ve savaşlar tarih sahnesinde belli, buna rağmen bugün uyguladıkları politikalarda hem birbirleriyle çok güçlü bir rekabet sürdürmekteler hem de neye karşı olduklarını birlikte görüşebilmekteler. Hedeflerinin ele geçirirlerse, ki soyut ifadeler olduğu açık, bireysel güçlenmeyi ve kültürel zenginliği yakalama yolunda olduklarını teyit ediyorlar.

Bütün bunlardan sonra şunu ifade etmemiz gerekiyor: Türkiye bir NATO üyesi ülkedir, İttifak’ta imzası vardır.

SONUÇ

Peki, bu dünya yaşamında birey olarak bir iddianız olacak mı? Asıl soru budur. Ancak küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan yeni standartlar ve yöntemler sürükleyicidir. Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan, şeklinde ifade ettiğimiz temel durumda değişiklik yoksa da yeni fırsatların hep olabildiğini de kabul ediyoruz. Düşünsenize, daha 20 yıl önce şunlar yoktu ama bugün en güçlüler olarak tanımlamaktayız: iPhone, Facebook, YouTube, Instagram, Twitter, TikTok, Android, Bitcoin, Tesla, iPad, Gmail, Netflix streaming, Amazon Prime, SpaceX, Slack, Reddit, WhatsApp, Messenger, Google Maps, Snapchat, LinkedIn, Pinterest, Chrome, Skype, Spotify, Airbnb, Uber.

Gürsel Tokmakoğlu

Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ