Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya

Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya

05 Mart 2022 Cumartesi

SOSYAL MESAFE VE GÜNEYDOĞU

SOSYAL MESAFE VE GÜNEYDOĞU
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Toplumları birbirinden farklı kılan kanbağı, renk gibi fiziki özellikler ile din, dil, mezhep, sosyal sınıf gibi sonradan edinilebilen hususlar vardır. Fertlerin, kolayca izah edilemeyebilen subjektif görüş, tutum ve davranışları da sosyal mesafe dediğimiz bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Sosyolojide “toplumsal uzaklık”  başlığı altında ele alınan ölçüler, etnik grupların birbirini kabul edip etmemelerini şu yönleriyle ortaya koyarlar: Evlilik yoluyla eş veya yakın akrabalığa kabul etmek; kişisel dost olarak kulüp ya da dernek üyeliğini uygun görmek; komşuluğu kabul etmek; iş arkadaşlığını benimsemek; ülkesinin vatandaşlığını uygun bulmak; sadece turist olarak ülkeye gelmesini kabul etmek şeklinde en üst yakınlıktan daha zayıfa doğru sayılabilir.

Bu kıstasların başında yer alan evlilik yoluyla eş veya akrabalığa kabul etme, ayrı etnik kökene mensup olanların ne kadar yakın olduğunu gösterir. Özellikle savaşlar ve olağanüstü dönemlerde izlenenler bu konuda önemli gerçekleri ortaya koymaktadır. Mesela Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Boşnaklarla Sırplar arasında yaşananlar dikkat çekmektedir. Bilindiği gibi Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar aynı etnik kökenden gelmiş olup yakın dönemlerde mezhep ayrılıkları yaşanmıştır. Boşnaklar Müslüman olmadan önce Bogomil mezhebine bağlı bir Hristiyan topluluktu. Bununla beraber gerek dil ve gerekse diğer kültürel hususlarda aralarında kanbağı bulunan diğer iki toplumla ortak yönleri oldukça fazlaydı. Bu yüzden Tito döneminde Müslüman Boşnaklarla Ortodoks Sırplar arasında birçok evlilikler yaşanmıştır. Sosyalist yönetim döneminde halkın dini inanç, ibadet ve uygulamalarının önemli ölçüde yok edildiğini, aynı potada eritildiği zannedilen halkların hayat tarzlarının daha da yakınlaştığını hatırlatalım. Ancak iç savaş çıkınca, bu evliliklerin hemen tamamı, karşı taraf Sırp veya Boşnak olduğu için boşanmayla sonuçlanmıştır.

Türkiye 1980 ve 90’larda olağanüstü bir dönem yaşadı. Saldırı ve çatışmalarda 30 bin insanını kaybetti ki bu miktar birçok savaştan, örneğin Kurtuluş Savaşı’ndakinden dahi kat kat fazladır. Doğu ve Güneydoğu’da birçok ilinde Alevi, Sünni, Kürt, Zaza, Türk iç içe yaşamaktadır. Örneğin Elazığ’da Kürtler ve Zazalardan kız alıp vermeyen Türk ailesi yok gibidir. Benzer durum Ankara, İstanbul ve diğer Kürt nüfusu alan bölgelerde çokça görülmektedir. Bununla beraber, yaşanan bu kadar olaylara karşın, geçimsizlik dışında, eşlerden biri Türk diğeri Kürt olduğu için mahkemeye intikal etmiş bir boşanma davası görülmemiştir, en azından basına intikal edecek seviyeye gelmemiştir. Herkes çevresinde kısa bir araştırma ile bu gerçekle yüzleşebilir. Çoğu kere sancısını yaşamadığımız bir organın varlığından ve yerinden haberdar olmadığımız gibi tırnakla et gibi her geçen gün daha da ilerleyen bu sürecin farkında değiliz. Yakın çevremdekilerden bu evliliklerden dünyaya gelen çocuklarına ana veya baba dili olarak Kürtçe’yi de öğretmelerini, önemli bir görev veya araştırmalarda ihtiyaç duyulabileceğini söylediğim halde sosyal statüsü ne olursa olsun hemen hepsi çocuklarına bu dili öğretme konusunda son derece tembeller. Tıpkı bir sürü kavga gürültüden sonra açılan Kürtçe kurslarının müşterisizlikten kapandığı gibi.

Türkiye’nin bu gerçeklerine karşın son günlerde artan terör saldırılarını bahane eden iç savaş kışkırtıcılarından geçilmiyor. Bir rejim ne kadar adil olursa olsun halkın en az yüzde beşi-altısı devlete, düzene karşıdır. Yönetimin adaletsizliğine paralel olarak bu nispet artar. Ancak kendi kültürümüzdeki “Kerim Devlet” veya bugünkü “Çağdaş Devlet” beyni yıkanan, aldatılan, baskı, dayatma veya vaatlerle ülkesine düşman hale gelenlerin cephesini genişletmez. Onların varlığından haberdar olur fakat hemen karşı cepheye mal etmez, kazanmanın çaresine bakar. Suç işleyen kim olursa olsun devletin görevi yasalara göre cezalandırmaktır. Suçların kişiselliği, aynı zamanda yöneten ve yönetilenleri bütünleştiren bir temeldir. Çete kurmak, mafya gibi çalışmak, tıpkı terör gibi yasalarda tanımlanmış suçlar olup cezaları da bellidir. Ayrıca suçların etnik kökeni olmayıp, her topluluktan bu tür suçları işleyenler bulunmaktadır. Cezası delillere, şahitlere, belgelere dayanarak yargı ve infaz sürecinde verilir.

Bilge krala rastlanılabildiği halde bilge kumandana, mesleğin özelliği gereği pek tesadüf edilmez. Ancak bugün ülkemiz bilge kumandana sahip olma şansını yaşamaktadır. Şehit cenazeleri arasında Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Hilmi Özkök’ün geçmişteki şu sözleri böyle bir bilgeliğe işaret etmektedir: “Bu olaylar bölge halkını temsil etmiyor. Biz bölge halkını seviyoruz, herkesin komutanıyız.”  Bu mesaj sadece bölge halkına değildir. “Bu insanlarla nasıl kardeş oluruz, derhal bunların hepsini yok etmek veya ülkeden kovmak gerekir, hiç değilse topraklarımızı bölelim” diyen, farkında olmadan emperyalist projelerin fuzuli amelesi durumuna gelenlere de bu  mesaj, “dur” demektedir.

Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Marmara Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı

NOT: Bu yazı Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya’nın özel izni ile yayınlanmıştır.

Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ