Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya

Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya

05 Mart 2022 Cumartesi

ÇERKEZLER’den BOŞNAKLAR’a KAFKASYA ve BALKANLAR’da TÜRK’i KAVİMLER

ÇERKEZLER’den BOŞNAKLAR’a KAFKASYA ve BALKANLAR’da TÜRK’i KAVİMLER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Türkler için 1990’larda birden Türki ismi kullanılmaya başlandı. Bu isimlendirmenin ilmi bir tarafı olmadığı ortada iken, İngilizce’de Turkish ve Turkic diye iki farklı kelime bulunduğu, Türkiye Türkleri için Turkish, Türkiye dışındakiler için de Turkic dendiği ileri sürülerek, Turkic karşılığının Türki olması gerektiği iddia edilmiştir. İngiltere veya Rusya’nın emperyalist politikalarının bir parçası olan bu isimlendirmeye karşın Yeni Türk Cumhuriyetleri, Azeri Türkleri, Türkistan Türkleri gibi doğru isimlendirmeler de bilimsel yayınlarda önemli bir yer tuttu ve bu doğru isimlendirme daha yaygın olarak kullanıldı.

Kafkasya ve Türkistan konusunda, asırlardır büyük oyun olarak adlandırılan politikaların bir parçası olarak, Anadolu Türklerine ayrı, Anadolu dışındaki Türklere ayrı isim verilmesinin, emperyalist ülkelerin kendi politikaları açısından tutarlı bir izahı olabilir. Ancak bu politika sonucu kasıtlı olarak yanlış üretilen bir ismi, hedef ülkenin olduğu gibi sahiplenip kullanmasının doğru olmadığı açıktır. Sömürgeciliğin temel ilkelerinden olan böl-yönetin önemli bir uygulama alanı olarak Kafkasya ve Türkistan hanlıklarından Rus işgaline giren Türkler için, Türk kimliğini kullanmaları yasaklanarak Azeri, Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız, Karakalpak gibi kimlikler ihdas edilmiş ve her biri için ayrı alfabe düzenlenmiştir. Öyle ki Baltık Denizi’nden Bering Boğazı’na kadar bütün Ruslar için tek alfabe kullanılırken asırlardır iç içe yaşayan ve aynı dili konuşan farklı Türk boyları için 40 kadar farklı alfabe düzenlenmiştir. Aynı kökten gelme, aynı dili konuşma, aynı kültürü, dini, mezhebi veya coğrafyayı paylaşma millet olmanın gereklerinden olduğu halde, özellikle ulus-devletlerin ortaya çıkmasında bu unsurların temel belirleyici olmadığı görülmüştür.

Bugün dünyada aynı dili, dini, etnik kökeni paylaşan insan toplulukları, Arap milleti örneğinde olduğu gibi birçok farklı devlete bölünerek, ayrı ulus-devletler halinde bulunabilmektedir. Öte yandan farklı etnik köken, inançtan gelen insanların aynı ulus-devleti paylaştıklarının birçok örneği bulunmaktadır. Bundan dolayı, ulus-devletin kurucu unsuru olarak millet için geçmişte yaşanıldığına inanılan ortak felaket, bundan daha da önemlisi ortak kader inancı temel belirleyici haline gelmiştir.

Gerçekten de modern çağların temel siyasi birimini oluşturan ulus gerçeğinde etnik birlikten çok, gelecekle ilgili ortak ümit ve kaygılara sahip olma duygusu etkilidir. Böylece günümüz devletini oluşturan ulus, ortak kökenden çok ortak kaderi paylaşan, birliktelik ruhu içerisinde ülkenin huzur, güven ve başarısının herkesin yararına olacağına inanan, aynı devleti sahiplenen farklı etnik kökenlere sahip insanlardan oluşabilmektedir. Kafkasya ve Balkanlar’da Türk kökenli olmadığı halde Müslüman olan birçok etnik grup gelecekteki güvencesini Türkiye ile görmekte ve kendisini Türk kökenli diğer halklardan daha çok Türkiye Türklerine yakın hissetmektedir. Çerkezler, Abhazlar, Çeçenler, Arnavutlar ve Boşnaklar için olduğu gibi bunun çok önemli tarihi ve toplumsal sebepleri bulunmaktadır. (Burada zikredilen Kafkas kavimleri için “daha eski dönemlerde Orta Asya’dan göç etmiş ve Kafkaslaşmış Türkler” iddiaları ve bu yöndeki deliller yazı sınırlarını aşar)

Birkaç sene önce bir ilmi toplantıda tarihçi arkadaşımız, Arnavutluk’tan bir yetkiliye ülkesinin geleceği hakkında ne düşündüğünü sordu. Cevabı konumuzun özetidir: “Bir tarihçi olarak böyle bir soru sormanız beni üzdü. Arnavutluk’un geleceğinin Türkiye’nin geleceğine bağlı olduğun bilmez misin?” Osmanlı, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Balkanlar ve Kafkasya’dan çekilirken bu topraklarda Türk olmadığı halde Müslüman olan birçok farklı etnik kökenden insanlar bıraktı. Bunların bir kısmı, kimliğini korumak, dinini yaşamak, güvenliğini sağlamak üzere Anadolu’ya göç etti. Öyle ki gerek Balkanlarda gerekse Kafkasya’daki birçok Müslüman topluluğun bugünkü nüfusu, aynı etnik kökenden Anadolu’da yaşayanlardan daha azdır.

Müslüman fakat Türk olmayan kavimlerin, Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’ye ilgisi artmıştır. Çünkü her bir topluluk, atalarından Anadolu’ya göç eden yakınları ile ilgili hikâyelere, hatıralara ve Türkiye’ye, “huzur”a kavuşmuş akrabalara sahiptir. Halen Türkiye’nin birçok bölgesinde Kafkas, Çerkez, Dağıstanlı, Çeçen veya Balkan kavimlerinden genel veya özel isimli vakıflar veya dernekler halinde örgütlenmiş olan TC vatandaşları bulunmaktadır. Bu insanlarımız etnik kökenleri ile ilgili kimliklerini ve birçok geleneklerini muhafaza etmektedirler. Bununla birlikte temel kimlik olarak “Türk” kimliğini de bütünüyle benimsemiş ve sahiplenmişlerdir. Kafkaslarda kalan akrabalarını ise hiçbir zaman unutmamışlar, Sovyet döneminde dahi değişik kanallarla ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Rus yetkililerin Kafkasya’daki Moskova karşıtı her gelişme üzerine Türkiye’yi suçlamalarında bu gerçeğin payı vardır.

Kafkas dilleri, dolayısıyla bu dilleri konuşan halklar genel olarak üç kategoride ele alınmaktadır. Bunlar: Kafkas (eski Kafkas) dilleri, Hint-Avrupa grubundan olanlar ve Türk kökenli (Ural-Altay) dillerden gelenler. Genel toplam içerisinde Eski Kafkas dil grupları (Çerkezce genel adıyla bilinen Adigece, Kabartayca, Abhazca, Abazaca, Ubihce ile Gürcüce, Lazca, Çeçence, İnguşça, Avarca, Lezgice ve diğerleri) %35, Ural-Altay (Azerice, Karaçayca, Balkarca, Kumıkça, Nogayca ve diğer Türkçe kökenli diller) %35 ve Hint-Avrupa (Ermenice, Rusça, Ukraynaca, Osetçe, Tatice, Talişçe ve diğerleri) %28’i oluşturmaktadır.

Kafkas halklarının %55,9’u Müslüman ve %49.6’sı ise Hıristiyan’dır. İslamiyet Kafkaslar’a sekizinci yüzyılda girmeye başlamış, ancak 17. yüzyıla kadar etkin bir din haline gelmemiştir. Başta farklı Çerkez kavimleri, Çeçenler ve Lezgiler olmak üzere Türklerin dışında bölgede birçok Müslüman etnik grup bulunduğu halde, Müslümanların yarısından çoğunu Türkler oluşturmaktadır. Bununla birlikte gayr-i Türk diğer Müslümanların da önemli ölçüde Türkleştiğini, daha doğrusu Türkçe konuşmamakla birlikte birçok konuda Türkiye ile kader birliği ettiğini, bunun tarihi kökenlerinin yanında günümüzdeki siyasi gerçeklerin de olduğuna işaret edildi. Bununla beraber Müslüman Kafkasların Türkileşmesi bir asimilasyon veya baskı politikası sonucu olmayıp, istila döneminin ortak düşmanı Ruslara karşı dayanışma, yardımlaşma ve destek arayışının sosyal ve kültürel boyutlarıyla içselleştirilmesiyle gerçekleşmiştir.

“Türki” kelimesi ile Kafkaslar’daki Karaçay, Balkar, Kumuk, Nogay gibi Türk kavimleri değil çünkü bunlar belirttiğimiz gerçeklerden dolayı Türk’tür, fakat Türk kökenli olmadığı halde, ulus olmanın temelini oluşturan bir takım kıstaslar dikkate alındığında birçok Türk kavminden Türkiye’ye ve Türklere daha yakın olan, kendilerini böyle hisseden Eski Kafkas kavimleri Çerkezler, Adigeler, Abhazlar, Çeçenler, İnguşlar, Dağıstanlılar, Lezgiler ile Balkan kavimleri Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar gibi topluluklar kastedilmektedir. Bu kavimlerin Türkiye ve Türklerle alakaları dikkate alındığında, bu ilginin yüklediği önemli bir kimlik olgusu görülmektedir ki netice itibariyle diğerlerinden ayırdedici bir isimlendirmeye ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu kavimlerin, Türkileşmesi aslında, 19. yüzyılda yaşanan felaketlerden daha önce başlamıştı. Asırlar boyu bölgeye hâkim olan Türk devletlerinin, Kafkas halklarının kültürü üzerinde şüphesiz etkisi olmuştur. Böylece Kuzey Kafkasya’daki söz konusu kavimlerin Türkileşmesi İslam dinine girmelerinden önce başlamıştır. Asya ve Avrupa’nın önemli bir kesişme bölgesini oluşturan Kafkasya, ekonomik, siyasal ve kültürel bakımdan da kaynaşma coğrafyası durumundadır. Geçiş alanı olması ve coğrafi özellikleri yüzünden aynı zamanda etnik ve kültürel bakımdan dünyanın en karmaşık (zengin) yapıya sahip olan bölgelerinden biri veya birincisi olduğu kabul edilir. Çarlık ve Sovyet dönemindeki baskılar ile Hıristiyanlaştırma, Sovyetleştirme vb asimilasyon yöntemleri belki Türk olmayan Kafkasyalıları daha da Türkileştirmiştir. Şeyh Şamil’in yakalanmasından sonra bölgeye gelen II. Alexandra Çerkezler, seçtikleri bir heyet vasıtasıyla başvurarak bölgenin istilasından vazgeçilmesini ve savaşa nihayet verilmesini istirham etmişlerdir. II. Alexandr “Ya gösterilecek yerlere veya Türkiye’ye göçünüz” demiştir. Bize göre, Çar’ın bu talimatı ve uygulamaları ile Kafkasyalı Müslümanlardan sadece göç edeceklere değil kalanlara da Türki kimliği verilmiştir.

Asırlardır Türkleri Anadolu’dan çıkarma heveslerinin bir parçası olarak, bölme, mümkün olduğu kadar daha çok parçalara ayırarak Türk dışı kimlik verme programlarına farkında olmadan vatansever insanların da alet olduğunu görmekteyiz. Türkmenlerin bir kolu olduğuna dair birçok ilmi ve tarihi delil bulunan Zazaların, Kırmançilerin, Millilerin ve diğerlerinin gerçek kimliğini gizleyen bir avuç Ermeni ve benzeri emperyalistlerin kucağına atmamız sadece onların değirmenine su taşıyacaktır. Arkasında güçlü bir mali destek ile uluslararası güçlerin yardımını alan ve bize Kürt sorunu olarak yutturulmak istenen bu konuyu ayrı bir yazıda ele alalım, ancak Anadolu’yu kuşatan Balkanlar ve Kafkasya’da kaderini Anadolu’nun geleceği ile özdeşleştirmiş, bizim kadar bizden olan bu Türki kavimler ile bağlarımızı her fırsatta daha sıkılaştıralım.

Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Marmara Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı

NOT: Bu yazı Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya’nın özel izni ile yayınlanmıştır.

Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ