9 Eylül 1922… İzmir’e giren Millî Mücadele Ordusu şehri Yunanlılar’dan “istirdâd eder”; yani geri alır (Bu tabir daha sonra “kurtuluş” olarak değiştirilecektir). İki gün sonra da Bursa işgâlden kurtulur. Ankara Hükûmeti bu iki hâdiseyi Afyon, Eskişehir, Uşak, Alaşehir gibi merkezlerin geri alınmasında olduğu gibi millî zafer ilân eder. Bütün valiliklere resmî törenler yapılması, halkın da bu törenlere iştirâklerinin teşvik edilmesi emri gönderilir. İzmir’in kurtuluşunun bu derece öne çıkarılmasının sebebini Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) Yaban isimli romanında ihtiyât zâbiti (yedek subay) Ahmed Celâl’in ağzından şu cümlelerle anlatır:
“Bir Türk için İzmir ne ise Sivas da odur. Diyarbakır ne ise Samsun da odur. İzmir zaptolundu mu, bütün Anadolu’nun ilmiği düşmanın elinde demektir. Orası kurtulmayınca burası kurtulamaz.”
Millet yıllardır bitmek bilmeyen savaşlara canını, evlâdını, malını, mülkünü vere vere tükenmiştir. Bu tükenmişlik hâli bazılarında âidiyet hissi ve heyecan bırakmamıştır. Hükûmet bu tarz merasimlerle işte o his ve heyecânı yeniden canlandırma gâyesi gütmüştür.
Aşağıda bu merâsimlerle ilgili şehrimizi ilgilendiren ve ilk defa grubumuzda yayımlanan tarihî bir fotoğraf var. Tam 100 yıllık!.. Eylül 2022’te Elaziz Hükumet Konağı’nın ana kapısı önünde çekilmiş. Fotoğrafın arkasında Osmanlı imlâsıyla şu not mevcut:
“Harput Vilayeti… İzmir’in istirdâdında icrâ edilen tezâhürâtdan [toplu gösteri] bir manzara. Elaziz 1338 (1922)”
Şehrimizin Millî Mücâdele’yi destekleyen gazetelerinden olan Satvet-i Milliye’den öğrendiğimize göre bu fotoğrafta gördüğümüz merâsim o sıralarda Elaziz’de birkaç defa daha yapılmıştır. Mesela, yazının başında bahsettiğim şehirlerin işgâlden kurtarılması vesilesiyle 3 Eylül 1922’de tertip edilen merâsim bunlardan biridir. Gazete 4 Eylül 1922 tarihli sayısında bunu şu cümlelerle haberleştirmiştir:
“Mukaddes İstiklâl Ordusu Eskişehir, Uşak, Alaşehir’de istirdâd ile [geri almak suretiyle] düşmana azîm zâyiat [büyük kayıp] verdirerek İzmir ve Bursa’ya tevcîh-i istikâmet eylemişdir [yönelmiştir]. Allah muîn [yardımcı] olsun.
Teblîğ-i resmî ile vâkiʻ olan tebşîrât [Resmî bildirimle gelen müjde] üzerine dünki gün her memleket halkı gibi Elʻazîz de pek büyük sürûr ve şâdmânîye [sevinç ve mutluluğa] mazhar bulunuyordu.
Her taraf bayraklar, rengîn [renkli] kumaşlarla tezyîn edilmiş [süslenmiş], her ferdin zebân-ı handânından [ağızlarından mutlulukla] dökülen “Yâ Rabbi! Muzafferiyetimizi tevâlî et! [Gâlibiyetimizi devam ettir!]” duâsı göklere yükselmişti. Yakında İzmir ve Bursa’nın da istirdâdını [düşmandan geri alınmasını] Mevlâ nasîb ü müyesser buyursun!
Hükûmet Konağı’nda Mevlid-i Nebevî kıraatiyle [mevlid okutulmasıyla] ordumuzun tevâlî-i muzafferiyeti [başarılarının devamı] içün masum Türklerin niyâz u tazarruları [yalvarış yakarışları] bârgâh-ı İlâhî’ye refʻ olunmuşdur [Allah katına yükselmiştir]. Mevlid-i Nebevî’yi müteâkib Hükûmet avlusunda jandarma, polis ve mekâtib talebesiyle mevlid-i şerîfdeki zevât huzûruyla tevâlî-i muzefferiyâtımız [başarılarımızın devamı] içün duâ ve nutuk irâdından [konuşmalardan] sonra Dâire-i Askeriyye ve Belediye ve Müdâfaa-i Hukuk [Askerlik, Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Binalarının] önüne gidilerek âsâr-ı şükrâniyye [teşekkür gösterileri] îfâ kılındığı gibi gece de pek mükemmel bir sûretde fener alayı tertîb ve icrâ olunmuşdur.”
Aşağıdaki fotoğraf karesinden bir hafta sonraki merasimde de bu programın uygulandığı neticesini çıkarabiliriz. Fotoğrafta şehrin o günkü resmî erkânının eksiksiz yer aldığı görülmekte. Ön kısımda ahâliyi temsilen mahalli kıyafetleriyle temâyüz eden bir hanım ve bey var… Şehrin eski müftülerinden Dellâlzâde Mehmed Fâik Efendi olduğunu düşündüğüm zât kâğıda yazılı duâları okuyor… Fâik Efendi bilâhere belediye başkanlığı ve mebusluk yapacak olan Hurrem Müftügil’in babasıdır. Satvet-i Milliye Gazetesi’nin 11 Eylül 1922 tarihli sayısı maalesef kayıp. Bu sebeple konuya dair daha ayrıntılı bilgiden mahrumuz. Gazetenin bir sonraki sayısında [18 Eylül 1922] bir düzeltme yayımlanmıştır. Bu düzeltme metninde, geçen sayıda Bursa’nın kurtuluşu münâsebetiyle hazırlanan resmî törende Fâik Efendi’nin “Türkçe bir duâ-yı belîğ [edebî bir duâ]” yaptığı fakat bunun haber metninde sehven yer almadığı belirtilerek haber tashih edilmiştir. Bursa’nın kurtuluş tarihi 11 Eylül 1922 olduğuna göre aşağıdaki fotoğrafın İzmir ve Bursa için düzenlenen ortak bir törenden çekildiğini söyleyebiliriz.
Duâ okuyan hocaefendinin bize göre sağ tarafındaki sarıklı zât şehrin o dönemki müftüsü Mehmed Kemâleddin Efendi’dir… Büyük âlim ve müderris Abdülhamid Hamdî Efendi’nin oğlu, Elazığ’ın 30’lu 40’lı yıllarının en şöhretli avukatı Ömer Naîmî Bey’in (Efendigil) babası, Canan Karatay’ın dedesi… Onun yanındaki zâtı tespit edemedim. Sarığının şeklinden ve protokoldeki yerinden şehrin önemli bir âlimi olduğu âşikâr… Bu efendinin bitişiğinde elleri açık, gözleri yerde, başı eğik, huşû ile duâyı dinleyen beyefendi ise devrin valisi Çanakkaleli Süleyman Sami Bey’dir. 1921’de Mamuretülaziz’e tayin edilmiş, 1923’e kadar burada vazife yapmıştır. Kanun sonrası “Kepenek” soyadını almış, 1955’te vefât etmiştir. Vali Bey’in yanındaki kravatlı fesli kişi Elaziz’in belediye başkanı Halil Bey olmalıdır.
Şehrin o dönemki mebusları Hacı Mehmed Feyzi Bey (Celayir), Hüseyin Bey (Gökçelik), Mustafa Şükrü Bey (Çağlayan), Muhiddin Bey (Çöteli), Mehmed Naci Bey (Karaali), Mustafa Rasim Bey (Tekin) ve Hasan Tahsin (Berk) Beylerdir… Bunların kaçı fotoğraf karesinde bilemiyorum. Fakat gazetenin ilerleyen sayılarında yer alan haberlerden bu törenlerin olduğu günlerde Elaziz’de bulundukları anlaşılmaktadır.
Duâ okuyan hocanın bize göre sol arka hizasındaki kravatlı sarıklı fesli bey tahminime göre mebus Feyzi Celayir’dir. Hemen arkasında yer alan ve fotoğraf makinasına yüzünü ekşiterek bakan sakallı sarıklı kişi Müderris Halil Efendi’dir. Müftü Hacı Ömer Bilginoğlu’nun babası, yine müftü Halil Bilginoğlu’nun dedesi… En önde bir alt basamakta duran soldaki kıravatlı fesli kişi fotoğraflarını karşılaştırdığım kadarıyla mebus Hüseyin Gökçelik Bey’dir… Bu sahnenin daha uzak olan bir başka çekiminde Hükûmet Konağı Binası’nın avlusunda ana kapıya doğru sağlı sollu hizalanan askerleri ve mektep talebelerini görüyoruz. Yine o fotoğrafta konağın pencerelerine sığmayan kalabalıkların varlığı resmî erkan ve halkın bu merasime gösterdikleri rağbeti göstermesi açısından önemlidir.
Satvet-i Milliye Gazetesi 18 Eylül 1922 tarihli sayısında Nihad isimli bir efendinin İzmir ve Bursa’nın kurtuluşu münâsebetiyle yaptığı konuşmanın metnini yayımlamıştır. Nihad Efendi’nin konuşmasının ana fikri Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın kahramanlıkları ve Millî Ordunun birbirini takip eden zaferleridir. Konuşmanın sonunda İzmir ve Bursa’dan sonra Edirne ve İstanbul’un da işgâlden kurtarılacağı temenni edilerek merasime katılanlardan dua istenmiştir.
“Ebü’l-Fikret” (Fikret’in babası) mahlaslı bir kişi İzmir ve Bursa’nın kurtuluşu yanında Elaziz’deki bu merasimlerin de oluşturduğu tesirle 15 Eylül 1922’de “Büyük Başkumandanımıza” başlıklı bir şiir yazmış ve gazete bunu 18 Eylül tarihli sayısının 1. sayfasında yayımlamıştır. Mustafa Kemal Paşa’yı o yıllarda “halaskâr-ı İslâm” (İslam’ın kurtarıcısı) olarak gören halkın hissiyâtını göstermesi bakımından bu şiiri de kaydederek yazıyı tamamlayalım. Şiirde kullanılan tabir, teşbih (benzetme), telmih (îmâ), mecaz, kinâye vs. söz sanatlarının tamamının dinî tasavvufî bir hüviyet taşıması oldukça dikkat çekicidir.
Huzûruna çıkdım bu şeb rü’yâda (şeb: gece)
Cemâlini seyrân etmeye geldim
Mekânını gördüm arş-ı aʻlâda
Kemâline îmân etmeye geldim.
Dergâhına varıp aşkına yandım
Dîdârını görüp nûra boyandım
Seni Hakk’a yakın bir melek sandım
Varlığımı kurbân etmeye geldim.
Bilmem ki melek mi insân mısın sen
Bir melek sûretli sultân mısın sen
Hayder-i Kerrâr-ı zamân mısın sen (Kahramanlıkta devrin Hazret-i Ali’si misin sen?)
Yolunda terk-i cân etmeye geldim.
İslâm’a şân verdi şanlı zuhûrun
Parlatdı şeref-i hilâli nûrun (Senin ışığın hilali aydınlattı)
Kabul buyurur mu beni huzûrun
Bir sözüm var beyân etmeye geldim.
İzmir gecesinde okundu nâmın
Yeşil Burusa’dan geldi selâmın (Burusa: Bursa)
Bileydim nerdedir şimdi makamın
Göz yaşımı rîzân etmeye geldim. (rîzân: dökmek)
Selîm’in satveti parlar yüzünde (Selîm’in satveti: Yavuz Sultan Selim’in gücü)
Fâtih’in heybeti oynar gözünde
Senin bir ilâhî sır var özünde
Bu sırrı der-meyân etmeye geldim (der-meyân etmek: açıklamak)
Şu nâlân gazeli edip bahâne (nâlân: inleyen)
Yüz sürdüm o şerefli âsitâne (âsitân: eşik)
Harem-i kemâlinde şâirâne
Bir nebze cevelân etmeye geldim. (cevelân: dolaşma)
*** Şiirdeki bütün “kemâl” kelimelerinde kelimenin hem sözlük anlamı (olgunluk, mükemmellik) hem de Mustafa Kemal Paşa kastedilmiştir.