height="132" />
Yukarı Mezopotamya’nın Sesleri 

Yukarı Mezopotamya’nın Sesleri 

ABONE OL
Oca 31, 2022 20:08
Yukarı Mezopotamya’nın Sesleri 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir bahar sabahı yüce dağların, bereketli toprakların içinden geçip Mezopotamya’ya vardım. İki nehrin arasındayım. Mozaik kentlerin ve eski kalelerin dibinden güneye doğru süzülen Fırat Nehri geride kalmıştı. Bu topraklardan binlerce yıldır evrene yayılan ritüellerin, yakarışların, şarkıların, ağıtların peşindeydim. Birçok ses yeryüzünden kurtulmuş evrenin sonsuz boşluğunda yayılarak yolculuğuna devam ediyordu ve ben o seslerle dile gelen ne varsa onları bulacaktım. 

Yıldız Şehir Urfa 

Güneş daha doğuda kalan Dicle’den doğarken Yukarı Mezopotamya’nın yıldız şehri Şanlıurfa(Edessa) geçmişin ruhaniyeti ile karşılamıştı beni. Sabahın ilk ışıklarında kentin çekirdeği, Akabe Geçidi’nden başlıyor, Halepli Bahçe’yi saran tepelere kurulu mahallelerin oluşturduğu vadiler boyunca Harran Ovası’na doğru yayılan düzlüklerde genişliyordu. Urfa Kalesi’nin gölgesinde kalan Balıklı Göl’ün kentle birleştiği yerde buhurdan ve baharat kokulu çarşılar uzanıyordu. Çarşı esnafının yüzlerce yıldır her gün gerçekleştirdiği sabah duası henüz başlamamıştı. Bedesten Çarşı’sı esnafı dükkânlarını henüz açmamış, komşularını bekliyordu. Bedestenin en eski esnaflarından olan Ramazan Yıldız ile çaylarımızı yudumlarken bu ritüel hakkında konuşuyorduk. Ahilik ahlakının Anadolu’ya yayıldığı yıllardan beri süren çarşı duası, çarşının en yaşlı kişisi tarafından her sabah yapılır ve dua sesleri bütün çarşılarda yankılanırdı. Esnafın o gün işi rast gitsin diye yapılan dua çok önceleri bir saate yakın sürerdi.

Duanın çarşılarda yankılanan sesi, çeşitli inançların tapınaklarından yayılan seslerden sonra, Mezopotamya’da halkla esnaf arasındaki hakkı hukuku belirleyen en tanıdık sestir. O zamanlar ticaretin ve sosyal hareketliliğin kalbi olan çarşılar şimdilerde giderek canlılığını yitiriyor; hatta dükkânların sayısı giderek azalıyor. Çarşı şeyhinin duaya başladığı anda toplasan 15-20 esnaf vardı dükkânları önünde duaya duran. Bu eski gelenek de değişen sosyal alışkanlıkların yanında giderek yok oluyordu.

Çarşıların bittiği, kutsal mekânların başladığı yerde Hz. İbrahim’in doğduğuna inanılan mağaranın bitişiğindeki Mevlid-i Halil Cami’nde dört yüz yılı aşkın bir zamandan beri süregelen Evrad-ı Fethiye ve Hizb-ul Bahr denen zikirlerle birlikte, tanrıya seslenen bu yakarışlar İslami dönemle birlikte ortaya çıkmıştı.

Serin bir esinti, dingin akan bir ırmağın kulağa gelen sesini andıran Edessa adıyla birlikte Orhai diye de anılan Urfa, en eski Süryani kaynaklarında da yer alıyordu. Urfa diğer komşu kentler Mardin ve Diyarbakır ile tarihten bu güne Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedonya, Roma dönemlerini yaşamışlar. Tarih öncesi dönemlerde kente Mezopotamya inanışları hâkimdir. Hıristiyanlık öncesi Sabilik diye bilinen güneşin, ayın ve yıldızların kutsal sayıldığı inancın yaygın olduğu dönemlerde ay tanrısı Sin ve güneş tanrısı Şamas için geceleri törenler düzenleniyor. Bu törenlerde gecenin karanlığına yayılan sesler bütün Mezopotamya’yı sarıyordu.

Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenen Babil Kralı Nabonid’in bulunduğu stelleri gördüğümde, orada yer alan ay, güneş ve Venüs gezegeni simgelerinin altında resmedilen kralın, Sin ve Şamas ayinlerindeki sesini duyar gibi oluyorum. Figürlerin altındaki çiviyazılarından okunuyor geçmiş… Nabonid kıvırcık sakalı, elinde asası ve dik duran bedeniyle sesini bu kara taşta sonsuz kılmıştı. Müzede beni en fazla heyecanlandıran bir diğer eser ise Orpheus Mozaiği idi. Mozaikte türlü hayvanların ortasında yer alan Orpheus elindeki liri çalıyor. Çaldığı lirin güzel ezgisi vahşi hayvanları sağaltıyor. Sesler seslere karışıyor.

Urfa denince akla gelen ilk şey müzik oluyordu. Burada kültürel araştırmalarıyla bilinen akademisyen A.Cihat Kürkçüoğlu Urfa müziğini yazılı kaynaklar bakımından bölgede ilk Hıristiyanlık dönemi sayılan Abgarlara kadar götürüyor. Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı olarak kullanılan eski bir Urfa evinde yaptığımız sohbette Süryanilerin “Daişan’ın oğlu” dedikleri Bardaişan’ın ismi geçiyor. O dönemlerde filozof, şair ve bestekâr olan Bardaişan’ın mersiyeleri, Abgarların ve soyluların Halepli Bahçe’de yer alan yazlık evlerinde söylenir, çalgılar eşliğinde dans edilirmiş. Bardaişan oğluna müzik ahengi anlamına gelen Harmonius ismini vermiş. Geçtiğimiz yüzyılın başlarına kadar bir arada yaşayan Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler, Yahudiler, Kürtler, Araplar ve Türklerle birlikte gelişen müzik çok sayıda makam ve ezgiye sahiptir. Urfa sokaklarında sessizliği ince ve tiz bir nağmeyle bozan hoyratın kökeni manilere dayanıyor. Mukim Tahir, Tenekeci Mahmut, Fırıncı Mehmet ve Kazancı Bedih ile süregelen gazel ise divan edebiyatının sese dönüşmüş halini yansıtıyor.

Urfa’nın 12 kilometre güneydoğusunda Harran Ovası’nın başladığı yerde âşıklarıyla meşhur bir yer vardır: Kürt ve Arap köylerinin ortasında Türkmen Alevilerin yaşadığı Kısas’la ilgili kayıtlara Urfalı Mateos’un Veka-i Nâmesi’nde rastlanır. 1065 yılında Selçuklu kumandanı Salar-ı Horasan’ın Urfa’ya gelişinden söz edilir. Bu tarihten itibaren Horasanlı Türkmen Alevilerin burayı yurt eyledikleri ve bu coğrafyanın bir parçası haline geldikleri söylenir. Âşık Sefai ve Âşık Celali ile Kısas’ın ileri gelenlerinden Ali Ersöz’ün evinde konuk olduğumda sazı eline alan âşıkların deyişleri ses olup güneye doğru kıvrılan Tek Tek Dağları’nın eteklerine kadar gidiyor, Şuayıp Şehri ve Soğmatar Harabelerinde yankılanıyordu. Mezopotamya’nın seslerine cemin yüceliği ve âşıkların sevgisi ekleniyordu.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.