Televizyonda, psikolojik hastalıkların yaygınlaşmasıyla ilgili bir röportaj yapmışlar.
Muhabir sokakta dolaşan vatandaşlara “psikoloğa gidiyor musunuz, antidepresan kullanıyor musunuz” diye soruyor.
Röportaj verenlerin neredeyse yüzde 70’ine yakını hayatının bir evresinde bunalım geçirdiğini itiraf ediyor.
Kimi de, “beni üzen, bana zarar veren herkesi hayatımdan çıkardım. Sadece kendim için yaşıyorum” diyor, iyi bir şey yapmışçasına.
Kendilerince doğru olanı yaptıklarını sanıyorlar zira röportajın sonunda görüşüne başvurdukları psikiyatrist de- veya psikolog- kişilerin mutlu olması için kendilerini üzen, rahatsız eden herkesi/herşeyi hayatlarından çıkarmalarını öneriyor.
Bencilliği bir erdem olarak gören, insanın nihai ahlaki değerinin, kendi refahı olması gerektiğini savunan Ayn Rand’in “Bencilliğin Erdemi” isimli kitabı neredeyse psikiyatristlerin reçetesi olmuş.
Bu uzmanlara göre mutluluğun sırrı, bencil olmaktan geçiyor. “Mutlu olmak için biraz ‘ben’ odaklı olun. Tamam egoist olmayın ama başkaları için de yaşamayı bırakın” diyor uzmanlar. Eskinin, “büyüğünü say, küçüğünü sev, insanları kırma, ağzından çıkacak lafı tart, iki düşün bir konuş” öğretisi yerine, ben merkezli bir hayat tasavvurunu benimsetiyorlar millete.
“Sen değerlisin, sen kıymetlisin, kimsenin seni üzmesine izin vermemelisin” diyen psikoloji uzmanı, karşıdakinin de en az onun kadar kıymetli olduğunu, her bireyin ailesinin biriciği olduğunu unutuveriyor bu bencillik aşısını yaparken.
“Sen kendine yetersin” diyor uzman. Bu gazla egosu şişirilen, haz ve mutluluğu hayatın mutlak ilkesi yapma yolundaki danışan/hasta da sahip olduklarıyla gururlanıp, kendi kendine yeteceğini sanıyor. Kimseyi umursamama, fazla üstüne geleni hayatından çıkarma fetvası alınca da “bunalımdayım, üstüme gelmeyin” tehdidiyle etrafı susturuyor. Susturamadığıyla da görüşmüyor.
***
Okuduğum ilkokulun mezunları bir grup kurmuş, ben de üye oldum. İlkokul arkadaşlarımdan biri, öğretmenimizin çok dayak attığını, neredeyse dövmediği öğrenci kalmadığını yazmış yorumunda. Ben o öğretmenden dayak yememiş olmalıyım ki hiç hatırımda kalmamış dayak olayı. Ama ortaokulda coğrafya öğretmenimden bir tokat yemiştim, O, ders anlatırken ben defterime resim çiziyorum diye…
Bu dayak olayını annemlere anlatmadım. Utandım her halde. Zaten anlatsaydım da “dersini dinleseydin, öğretmen haklı” diyeceklerdi.
Sadece benim öğretmenim değildi dayak atan. Okulda daha sert ve eli ağır öğretmenler vardı. Ne var ki kimsenin velisi çocuğum dayak diyor diye okula gelmezdi çünkü öğretmen ne yapsa haklıydı.
Bir keresinde bir aile büyüğümüzden, -babam, kardeşim değil, dıdının dıdısı- ilkokulda yazdığım bir şiir yüzünden tokat yemiştim. Yazdığım şiiri o yaşta bir çocukla bağdaştırmamıştı o zamanlar Ankara Mülkiye’de okuyan akraba! Annem, yanımda olmasına rağmen ses etmemişti, “bilgili adam, bir bildiği vardır” diye. Ben de bunalıma filan girmedim tokat yediğim için…
Burada dayağı savunduğum yok elbet ama dayaktan önemli bir sorunu görmezden geliyoruz: Şımarıklığın getirdiği bencillik. Jane Austen, 1914’te yazdığı “Mansfield Park” isimli romanında “Bencillik affedilmelidir” diyor ama devamı mühim; “Çünkü hiç iyileşme ümidi yok.”
Çocuklara ana baba laf söyleyemiyor ki söylese bunalıma girecek! Öğretmen hele Allah muhafaza, okuldan aldırılıp sürdürülür hattızatında. Arkadaşlarıyla kavga ettiğinde dayak yiyen değil, dayak atan olmasını istiyoruz karşı tarafın da öyle düşüneceğini es geçerek. Herkesin çocuğu sütten çıkma ak kaşık, öğretmen, arkadaşları, ailesi, çevresi suçlu.
Her istediklerini borç harç alıyoruz, aman biz çektik onlar çekmesin diyerek.
Anayı babayı azarlama hakkını kendinde bulan, ana baba üstünde tahakküm kuran, ana babaya hal hatır dahi sormayan, Türk aile yapısına uymayan bireyler yaratıyoruz kendi elimizle.
Özetle, tepemize çıkarıyoruz…
***
Diyeceğim o ki, herkesin sıkıntılı, üzüntülü, altından kalkamayacağını düşündüğü zorlu zamanları olabilir. Hepimizin olmuştur. Böyle zamanlarda doktora koşup, avuç avuç ilaç alarak, dönülmez yollara girmek yerine ağlaya zırlaya bu süreci atlatmak daha akılcı bana göre.
İkinci olarak, yaşamın kendine yönelttiği sorulara ve fırsatlara ‘ben’ cevabı veren kişilerde oluşan ‘ben arızası’nı onarmanın tek yolu, paylaşmak, karşıdakinin de en az onun kadar değerli olduğunun ayırdına varmak olacak. Ki, önce bizi biz yapan vasıfları yok edip, sonra başka kimliklere has kişilikler peydahlayan ve ellerini vatandaşın cebinden çekmeyen bir güruhun hazırladığı, nasıl ve kimin ürünü olduğu gayet iyi bilinen ‘tevil’e sığınmak yerine Allah’a ve birbirimize sığınalım derim ben. Tabi, gerçek hastaları ve bu düzenin farkında olan hekimlerimizi tenzih ederek…
Yrd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN
Kıbrıs İlim Üniversitesi
Öğretim Üyesi
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
GÜNDEM
14 gün önceGENEL
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024ELAZIĞ
21 Kasım 2024ULUSAL
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024