Komşu ülkeler arasında uzlaşılamayacak sorunların oluşturulması, anlaşmazlık konularının el altından kızıştırılması, kazan kazan konularının kavga, çatışma nedeni haline getirilmesi eski sömürgecilerin yeni bağımsız devletlere miras bıraktığı tuzaklardandır. Bu yüzden Afrika’da hemen her ülkenin komşularıyla “uzlaşılmaz” sorunları vardır. “Yeni Sömürgecilik” olarak adlandırılan bu düzenin temelinde, eski sömürgecilerin aynı coğrafyayı paylaşan ülkeler arasına uzlaşmacı sıfatıyla dönerek sömürüyü devam ettirme siyaseti bulunmaktadır.
Özellikle Türk ve İslam ülkeleri arasındaki uzlaşmazlığı kışkırtma, aralarına duvar çekme stratejileri çok daha derin hedeflere dayanmaktadır. Orta Doğu ve İslam ülkeleri bu alandaki programların ve stratejilerin merkezinde yer almaktadır. İsrail’in genişlemesi için Suriye ve Irak’ın parçalanması, her ABD başkanı gibi Biden’ın da en “masum” projelerindendir. Bu anlamda 21 Ocak’ta Irak’ta yaşanan korkunç patlama Beyaz Saray’a adım atan yeni başkana IŞİD üzerinden selamlama topudur. Bu gerçeklere karşın Türkiye’nin bir şekilde oyuna getirilerek Şam ile bağları koparmasının, kendisini hedef alan terör devleti projesi adım adım ilerlerken Suriye ile anlaşıp bu projeye karşı ortak hareket etmemesinin izahı güçtür. Konuyla ilgili hemen her yetkili zaten Ankara-Şam ilişkileri arka planda problemsiz yürümektedir. Fakat Suriye topraklarındaki Türkiye’nin kontrol bölgelerine askeri, ekonomik işbirliği çerçevesinde yasallık kazandırılması konusunda geç kalınmadı mı? Bu kadar kaypak bir ortamda niçin ilişkiler hesap sorulabilir, diplomatik bir zemine oturtulmaz? Öte yandan Suriye’nin yaklaşık üçte birini işgal eden kaçak terör devletine karşı öncelikle Şam yönetiminin mücadelesi, için Türkiye’nin desteği, aslında terörle mücadelesinde en risksiz strateji değil mi?
Ülkemizin dahi bir şekilde komşu ve bölge ülkeleriyle bağlarının koparılması, sorunların bir anlamda çatışma eşiğinde bekletilmesine karşın 21 Ocak’ta imzalanan anlaşma diğer bölge ülkeleri için umut ışığı olmuştur. Çeyrek asırdan fazla bir süredir iki soydaş cumhuriyet Azerbaycan ve Türkmenistan, Hazar Denizi’nde paylaşılamayan Kepez (Serdar) bölgesi kaynakları konusunda uzlaşarak bu zenginliği ortak işletme kararı almışlardır. Ulusal ve küresel sorunlar ile suni gündem maddeleri, bu önemli gelişmenin mutluluğunu yaşama, anlamını kavrama fırsatı vermemiştir. Halbuki güzel haberleri paylaşmak, bu tür gelişmelerin devamı konusunda kafa yormak, diğer bölge ülkeleri için de örnek alınabilecek ve umut kaynağı olacaktır.
Sovyet döneminde Hazar’ın iki kıyıdaş devleti sadece SSCB ve İran idi. Sovyetlerin dağılmasıyla Hazar çevresinde üç bağımsız Türk devleti daha ortaya çıktı: Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan. Kafkasya ve Türkistan’daki Türk devletlerinin işgali, Osmanlı/Türkiye ve Türk yurtları arasına duvar çekilmesi, başlangıçta İngiliz projesidir. Rusya, Çin, nihayet ABD ile diğer küresel güçler bu proejeye bir şekilde katılmışlardır. Sovyet sonrasında ABD veya batının özellikle Azerbaycan üzerinden yaşadığı derin bir çıkmazı vardı: Bir taraftan Moskova’nın bölge üzerindeki etkinliğini yok etme, diğer taraftan Türk cumhuriyetlerinin kendi aralarında ve Türkiye ile ilişkilerinin genişlemesini önleme. Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının devreye girmesi sürecinde bu derin çıkmaz çerçevesinde yıllarca tartışmalar yaşamış, nihayet Amerikan ve İngiliz şirketlerinin katılımıyla proje gerçekleşmiştir.
Rusya ve İran’ın, Hazar kıyıdaşı yeni cumhuriyetleri olabildiğince sınırlama, Türk devletlerinin kendi alanlarındaki kaynaklardan istifadesini engelleme politikaları çeyrek asır boyunca sürdürülmüştür. Hazar’ın deniz mi, göl mü olduğu konusunda yirmi yıldan fazla süren uzlaşmazlık aslında üç Türk cumhuriyetinin kaynaklarını verimli şekilde işletme ve pazarlamasını önlemekteydi. 2018 Aktav Antlaşmasıyla sorun çözülmüş, deniz tabanı ve toprak altı kaynaklarının kıyı devletleri arasında orta hat ve dik hat yöntemiyle çözümü, Türk cumhuriyetlerinin arzuladığı bir sonuç olmuştur. Rusya ile İran’ın, çözümsüzlük üzerinden fırsat kollama yerine imza atmalarının temelinde bu anlaşmadaki önemli bir düzenleme yer almaktadır: Hazar Denizi’nde beş kıyıdaş devlet dışında, ortak mutabakat olmadan başka bir ülkenin gemisi yüzemeyecektir. Bu maddenin hedefindeki öncelikli ülke, NATO ile yakınlaşma stratejisi güden, aynı zamanda Türkiye ile askeri işbirliği anlaşmaları imzalayan Azerbaycan idi. Diğer taraftan Çin istilasına karşı ABD ve AB ile yaşanan sorunlardan dolayı sesini yükseltemeyen derin Rus stratejisini de görmekteyiz. Bu gerçeklere karşın Hazar’ın beş kıyıdaş devletinin statü konusundaki uzlaşmaları üç Türk cumhuriyeti için de olumlu bir gelişme olmuştur.
2018 Aktav Sözleşmesi beş kıyıdaş devleti ilgilendiren genel düzenlemeler dışında karşı karşıya veya sınırdaş devletlerin üçüncü tarafların haklarına halel getirmeyen ikili anlaşmalarına açık kapı bırakmıştır. Bu bağlamda Türkmenistan’ın “Serdar”, Azerbaycan’ın “Kepez” olarak isimlendirdiği ve iki ülkenin tam ortasında bulunan zengin petrol bölgesinin hangi devlete ait olduğu sorununu da bu devletlere bırakmıştı. Yıllardır uzlaşılamayan yaklaşık 60 milyon ton petrol rezervine sahip bu yatağın adına iki ülke de “dostluk” adını vererek ortak işletme yolunda mutabık kalmışlardır. Aliyev’in belirttiği gibi anlaşma gerçekten tarihi olup öncelikle küresel güçlerin oyunlarını bozması açısıdan önemlidir. Öte yandan on yıllardır uzlaşmazlık konusu olan bu sorunun çözümünden sonra aynı kıyıyı paylaşan iki soydaş cumhuriyet arasında çok daha ileri işbirliğinin yolu açılmıştır.
Bu zengin kaynağın ortak işletilmesi sürecinde sahadaki operasyonların başlamasıyla birçok sürtüşme konusu ortaya çıkabilecektir. Muhtemel anlaşmazlık konularının çözüm mekanizmaları şimdiden oluşturulmalı, gerekirse ortak hakem zemini de şimdiden kurulmalıdır. Bu hakem mesela Türkiye, Kazakistan veya Özbekistan gibi ülkeler olabileceği gibi Türk Keneşi bünyesinde kalıcı bir hakem kurumu da oluşturulabilir. Bu başarının, başta Türk cumhuriyetleri arasındaki diğer anlaşmazlıklar olmak üzere Türkiye’nin de bölgesindeki ülkelerle arasına örülen duvarların yıkılmasında örnek olması ümit edilmektedir.
Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Marmara Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı
NOT: Bu yazı Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya’nın özel izni ile yayınlanmıştır.
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
GÜNDEM
17 gün önceGENEL
24 Kasım 2024GÜNDEM
24 Kasım 2024GÜNDEM
24 Kasım 2024ELAZIĞ
24 Kasım 2024ULUSAL
24 Kasım 2024GÜNDEM
24 Kasım 2024