KEBAN’DA FUTBOL ANILARIMIZ
870 okunma

KEBAN’DA FUTBOL ANILARIMIZ

ABONE OL
Nis 2, 2021 15:13
KEBAN’DA FUTBOL ANILARIMIZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL
 

Hepimizin düşlerine en çok çocukluk anıları, çocuklukta gördüğü insan, mekân, olaylar girer…

Bilim insanları da tüm tez ve savlarını çocukluğun belli dönemleri üzerine kurarlar. Dünyanın en etkileyici sözlerinden biri ilk kez Ülkü Tamer’den okuduğum Jorge Amado’nun “İnsanın anayurdu çocukluğudur” sözüdür belki de. Beynimiz, düşüncelerimiz, dünya görüşlerimiz, tiplerimiz, biçimlerimiz, yaşantılarımız tümüyle değişse de çocukluk anılarının değeri hiç değişmez.

Keban’da yaşamış herkesin birçok unutamadığı anısı olmuştur. Benim de çocukluğumda arkadaşlarımla en çok yaptığım ve unutamadığım işler, yaramazlık yapmak, yüzmek ve futboldu. Bugün, futbol ile ilgili o dönemden aklımda kalanları yazmak istiyorum.

Futbol ise o dönemin tüm erkek çocuklarının en sevdiği oyundu.

 

Keban’da da futbol oynanan yerler, Fevzi Çakmak İlkokulu’nun önü; Kasaphane’de (Eski adıyla Musalla ya da Mezbaha) Fahriye Abla’nın (Nimri köyünden Fahriye Can) bahçesinin (Bugünkü Recep Bayır’ın ev ve bahçesi) üstündeki dar yol; Fırat kıyısındaki teleferiğin yanındaki Etüt sahası; Sait Bilgin Ağabey’in bahçesinin karşısındaki Turan sinemasının yazlık bölümünün bulunduğu yer; Fırat kıyısına gidilen ve Seftil Dağı eteklerindeki yolun kıyısındaki Çimenlik denilen yer; Develik denilen, Yusuf Ziya Paşa Camisinin altındaki alan ve futbol oynadığımız alanlar içindeki en gözde alan olan Garaj (Bugünkü emniyet müdürlüğünün olduğu yer) idi.

Keban Lisesinin önü, yukarı mahalledeki Keban ilçe (Jandarma) sahası ve Baraj tarafındaki futbol sahaları biz çocuklar için hem çok lüks hem de çok büyüktü.

Keban ya da Kallar Mahallesi çocukları olarak aslında, tüm boş arsalarda, sokak aralarında, açık alanlarda, çimenliklerde, okul bahçelerinde kale direği yerine ikişer sal taşından kale yapıp, bir de oyuncakçı Turan (Gırıc Abdullah’ın oğlu) ya da sonradan rakibi oyuncakçı Faik’in dükkânlarından (Faik Atlı) aldığımız plastik toplarla, bağıra çağıra futbol oynayabilme olanağımız vardı ama dediğim gibi en gözde yer Kilise’nin tam karşısında kömür tozları içindeki “Garaj” idi .

Çocukluğumda, bu işin en unutamadığım yanı bireysel keyif almak dışında takım olabilmek-kurabilmekti. O dönemde en iyi futbol oynayan Kallar mahalleli çocuklar Sucu Mehmet Ali (Doğan) Amca’nın oğlu Faruk Doğan, Şerif Çavuş’un oğulları Ramazan ve Kemal (Bayır), Ramazan Arslan (Perişan Ramazan) daha lider ruhlu ve bizden birkaç yaş büyük arkadaşlarımızdı.

Genelde onlar iki takımı da seçer, takım kaptanı ve teknik direktör gibi gireni çıkanı ve kalecileri belirler hatta maç içindeki tüm son kararları da verirlerdi. Bazen takım seçiminde, gol, faul, taç konularında Ramazan ve Kemal Bayır kardeşlerin kıyasıya mücadeleleri ve rekabetlerini yaşardık.

Sonradan takım seçimlerinin daha hakkaniyetli olması için bir değişikliğe gidildi. Bu lider ruhlu arkadaşlar bir araya geliyor, top oynanacak alanda toplanılıyor, gladyatör seçimi gibi herkes birer birer takımına almak istedikleri, ortada bekleyen arkadaşlarının adlarını söylüyorlardı.

Adlarımızın ilk söylenmesi bizim futbolumuzun beğenildiğini gösterirdi, yani adlar, en iyi futbol oynayanlardan başlanarak söylenirdi. Oyuncuları seçme aşamasında adları son söylenenler doğal olarak futbolu beğenilmeyenlerdi -ki genelde sona kalanlar kaleye geçirilirlerdi.

Bazen, ilk ad söyleme işi için yani ilk oyuncuyu seçecek olanın belirlenmesi için “aldım verdim” biçiminde, iki çocuk birbirlerinden belli bir ara uzaklaşırlar ve sırayla birer adım atarlardı. Birbirlerine ilk yaklaşan ve ötekinin ayağına basan ilk oyuncuyu seçme hakkına sahip olurdu.

Garajda oynanan maçlarda mahallemizdeki çocuklardan, Ramazan Bayır, Sami Bayır, Beycan Kaya, Fethi Bayır (Recep Bayır’ın oğlu), Mehmet Emin Bitkin, Ömer Topaloğlu, Ahmet Özcan, Kemal Bayır, Faruk Doğan, Tahir Emre, Fehmi Yılmaz gibi adları anımsayabildim.

Bu çocuklara o zamanki adıyla Kürtköyü şimdiki Fırat Mahallesinden rahmetli belediye reisi Timur Demir’in oğlu Ergün Demir de katılırdı.

Takımlar kurulduktan sonra maç başlardı. O zamanlar genel olarak top oynamak denilen bu oyunda penaltı, faul, taç, aut atışları sahada lider olanların keyfine göre belirlenir ve genellikle bu maçlar -kurallar konusunda düşünce birliği sağlanamadığı için- kavgayla bitebilirdi. Yaz aylarında maç öncesi ya da sonrası topluca arkadaşlarla çaya yüzmeye gidilirdi.

O günkü oyun “beşte devre onda biter”, “altıda devre on ikide biter” ya da “dörtte devre sekizde biter” olabilirdi. Üç korner bir penaltı gibi kuralları da bazen uygulardık.

Beşte devre, beş gol atıldıktan sonra kalelerin değiştirilmesi, toplam on gol atılınca da oyunun bitmesi anlamına gelirdi. Birinin kolunda saat varsa -ki bu seyrek görülen bir şeydi, bazen saatli maçlar yaptığımız da olurdu.

Bizim futbolda ofsayt ve bazı kurallar uygulanmazdı. Ayrıca hiçbir çocuğun futbol malzemesi de olmazdı. Oysa, tüm arkadaşlarımız ve benim için bir forma ya da bir Galatasaray forması ulaşılmaz bir hayaldi. Maçlarda naylon topu bazen bulabilsek de hele plastik top zor bulunan bir şeydi. Bir futbol topunu ise ancak gazetelerin spor sayfalarında görebilirdik.

O dönemde şimdiki halı sahalar olmadığından, özellikle garajda top oynadığımız dönemde, Zekeriya Bulut’un BMC kamyonuyla getirip garaj zeminine döktüğü, kükürt oranı yüksek Cizre kömürünün tozları, kömür artıkları, toprak, ağaç talaşları, taş parçaları içinde top oynardık.

Garajın bitişinde bahçesi olan Dirro Mehmet’in (Mehmet Özcan) bahçesine topumuzun kaçması demek o topun Mehmet Amca tarafından parçalanması demekti. Mehmet Amcanın vefatından sonra oğlu Hüseyin Özcan daha yumuşak davranıp topları geri verirdi.

Garajın kenarında araçların tamiri için bir tamir kanalı vardı. Burası çocukluğumuzdan hatırladığım, hiç kullanılmadığından içi su ile dolmuş, su da kanalın içindeki mazot, zift, yağlarla karışmış simsiyah bir su halini almıştı. Bir maçta, bu kanala bir arkadaşımızın şanssız bir biçimde düştüğünü ve kapkara halde güçlükle çıktığını iyi anımsıyorum.

Çocukluk günlerimize doğru bir yolculuk yapmak istedik.  Günümüzde, bu dostluk ortamını, bu toplumsal yaşamı, bu değerleri zevkle ve özlemle anıyor, arıyoruz. Bu değerleri, kültürümüzü koruyabilmenin yolu kendimizi yenilemek zorunluluğudur. Özlem duyulan değerlerin ve toplumsal zenginliklerimizin unutulmaması kadar günün koşullarına göre değerlerimizi, toplumsal zenginliklerimizi, geçmişimizi yeniden yorumlamamız gerekiyor. Sağlıkla kalınız.

AVUKAT CEM BAYINDIR

Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ

Lütfen Paylaş
 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.