Avrupa ve Türkiye, Ukrayna meselesine nasıl baktılar ve şimdi hangi noktadalar? Acaba Avrupa yeni güvenlik ihtiyaçlarını göz önüne alarak üyelik perspektifinden Türkiye’yi tekrar gündemine alacak mı?
Henüz Ukrayna ve Rusya arasındaki, daha büyük pencereden bakıldığında ABD ve Rusya arasındaki mesele, “kriz” veya “gerilim” tanımlarıyla açıklanırken, “Almanya Türkiye’nin barışçı çabalarını anlar herhalde,” diye bir görüşüm olmuştu. Bu görüşümü destekler nitelikte, ifade ettiklerimin içinde, krizin başlarındayken Avrupa’nın “yanlış karar verdiği” savı vardı. İlk planda Avrupa kendi kendini ikna edememiş ve tehdidi değerlendirememiş gibiydi. “Avrupa’da savaş olmasın, olmaz da…” diyorlardı.
Dün Ursula Von der Leyen Avrupa Parlamentosu’nda konuşurken Kyiv Independent gazetesinden alıntı yaptı: “Bu sadece Ukrayna ile ilgili değil, iki dünyanın çatışması, iki kutuplu değerler dizisi. (Ukraynalılar) çok haklılar.”
Halbuki ben bu savaşı Nisan 2021’de yazdım Ukrayna iki kutup arasında sıkışacak dedim. (Bkz.: 3 Nisan 2021 tarihli Ukrayna Krizi’ne Stratejik Bakış başlıklı yazı.) Elbette Avrupa karar vermekte geç kaldığını itiraf edecek değildir, bugün aldığı kararı destekleyecek konuları gündeme getirecektir. Politika başka bireydir…
Yine dünkü Josep Borrell’in konuşması bizlere yeni Avrupa güvenlik anlayışını çağrıştırdı. Avrupa Birliği “Rusya’nın Ukrayna’yı işgale kalkışmayacağını” değerlendirdi. Rusya, Ukrayna’ya saldırdıktan sonra AB durumu net anladı (yanıldığını da) ve (doğrusu) “bu bir Avrupa Savaşıdır” ve “bu bir Avrupa’ya (Rusya tarafından gerçekleştirilen) saldırıdır” dedi. İlk defa Avrupa Komisyonu bir karar aldı ve Ukrayna’ya askeri yardım için fon ayırdı. AB, “madem böyle bir saldırı olabiliyor ve bütçe ayrılıyor, o halde Avrupa’nın güvenliği için yeni bir paradigma gerekli” dedi. Bu durum NATO ile Avrupa’daki güvenlik ilişkisine nasıl yansıyacak, göreceğiz. Ancak gelecekte atılacak adımlar için Almanya Şansölyesi Olaf Scholz belli bir tutum sergileyecektir, bunu şimdiden söyleyebilirim. Scholz’un, bir Avrupa başat gücü olma özgüveniyle, ABD ve İngiltere çizgisinde kalacağı ihtimali yüksektir.
İşte bu bakışla; Avrupa tereddütteydi, ancak Türkiye belli düşüncelere sahipti. Neydi bunlar? “Barışa giden yolda diyalog ve diplomasi tamam ama silahlar asla kullanılmamalıdır. Kırmızı çizgimiz silahların kullanılmasıdır ve dolayısıyla silahı ilk kullananın karşısında konumlanacağız. Ukrayna’da Kırım ve Donbass bölgelerinde Rusya’nın oldubittileri kabul edilemez. Kırım Türkleri’nin arkasındayız. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yanayız. Türkiye işgal ve darbelere karşıdır. Türkiye kimden yanadır? Prensiplerden!”
Yetkililerce Türkiye’nin izlediği politikaya itidal politikası denir mi bilmiyorum, ama Şubat başında ben böyle bir açıklamada bulundum. (Ukrayna’da Stratejik İtidal Politikası)
Avrupa ve Türkiye için ilk bakış böyleyken, Rusya Ukrayna’ya saldırdı. Bu Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan en kapsamlı bir savaştı. Avrupa (başta Fransa ve Almanya) ancak saldırıdan sonra tarafını belirleyebildi: “Rusya’ya karşıyım, Ukrayna’yı destekliyorum, ABD ve İngiltere haklı çıktı, NATO ve G7 ile birlikte her türlü adımın atılmasından yanayım.”
Türkiye ise yaşananlara ilk başta “bir savaştır” demedi, “çatışma” dedi; yani “bekle gör” politikasını seçti. Ne zaman ki ABD’nin ortakları (G7, AB, AUKUS…) ve ittifak (NATO) konsolidasyonunu tamamladı ve kapsamlı bir yaptırım kararı aldı, işte o zaman Türkiye “bu bir savaştır” dedi. İtidalli davranmak adına bu yol daha doğru kabul edilebilirdi. Aslında bu kararın gelmesi çok da karmaşık yolları içermemekteydi. Zira silahlara dokunulmaması hususunda kırmızı çizgisini belirleyen Türkiye’nin karar vermekte zorlanmayacağı bir durum ortaya çıktı. Bu noktadan sonra savaş hakkında tereddüt olmaması üzerine, Türkiye özelinde uluslararası ilişkileri doğrudan ilgilendiren Montrö Antlaşması’nın uygulanması gündeme geldi. Türkiye “Montrö uygulanacaktır,” dedi.
Montrö Antlaşması (1936) demek, barış ve istikrar demekti. Türkiye’nin Montrö’yü uygulaması uluslararası hukuk açısından çok net bir sonucu işaret etmekteydi: Barış. Bu Türkiye’nin elini güçlendiren bir antlaşmaydı. İlgili maddelere göre 20 yıl süreli bu antlaşmayı sürdürmenin tek yolu ise eşitlik ve denge üzerinedir. Eğer Türkiye, Montrö’yü uygulamayan ülke konumunda olur ise, imzacılar gelirler ve müracaatla yeni bir antlaşma yapılmasını teklif edebilirlerdi. O halde uygulayıcı Türkiye’nin bir taraf olması söz konusu değildir. Tabii antlaşmanın uygulanmasında çok ayrıntı husus var ama şunu ifade etmeliyim, eğer bugün Birleşmiş Milletler, Rusya aleyhine bir karar alır ise bu kapsamda Türkiye’ye bir uygulama konusu çıkar ve gereğini de yapar.
Bu arada bir askeri uzman olarak, politikadan ayrı şekilde yaptığım değerlendirmelerde şunu iddia ettim: “Bu post-modern savaşlarda bir ilan yoktur. Halen Tam Spektrumlu Savaş yöntemi uygulanmaktadır. Bunun gereği çatışma değil, savaş tanımı kabul edilmelidir.” (ABD talimnamesi JP 3.0 Tam Spektrumlu Savaş’ı tarif eder niteliktedir.)
Gelinen noktada, başından bu yana ABD ve İngiltere’nin olacaklar hakkındaki senaryoları veya beklentileri hiç şaşmadı, bunu tespit etmek gerekir. İstihbaratları mı iyi, yoksa planlamaları mı?.. Belki Moskova da atacağı adımları biliyordu, ancak kolaylıkla Ukrayna’daki hedefine ulaşacağından emin gibiydi. Ancak Rusya burada yanıldı. Rusya’nın ilk hedefi, NATO’yu sınırlarından uzak tutmaktı. İkincisi ise, Ukrayna’da Rusya yanlısı bir yönetimi işbaşına getirmekti. Böyle bile olsa bir dünya savaşından söz edilecek ne vardı ki? Bilindiği gibi, asıl oyun ABD ve Rusya arasında oynanmaktaydı. ABD, ortakları ve ittifak, Akıllı Güç ile hareket etti. Rusya ise tarihteki pek çok örnekteki gibi Sert Güç ile kazanabileceğini düşündü.
Harekatın birinci haftasındayız ve Rusya cephede duraksamışken, Belarus sınırında taraflarca bir ön görüşme zemini oluştu. (Bugün ikinci tur görüşme olacaktı.) Sahada ise Rusya daha agresif olmaya başladı. Rusya, devasa ülkesinin geri bölgesinden yeni birlikler aktarıyor ve halen cephede ilerlemek için taarruzlarını sürdürüyor.
Ancak Ukrayna neredeyse tüm dünyanın desteğini ve sempatisini aldı. Bu moral güç ve motivasyon bakımından önemsenmektedir. Cumhurbaşkanı Zelensky veya yönetimine bağlı diplomatlar Almanya Parlamentosu’nda ve Avrupa Birliği salonlarında konuşma yaptığında, büyük etki yaratmaktadır. Bugün Almanya başta olmak üzere Avrupa, “bu bizim meselemizdir,” şeklinde somut bir savunuya girmiştir. Tam da bu esnada Zelensky desteğin artması gerektiğini ifade etmenin yanı sıra, “Ukrayna’yı derhal Avrupa Birliği’ne almalısınız,” demektedir.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky, “Artık bütün meydanlarımızın adı özgürlük meydanı,” dedi. Bu tam da Batı’nın demokrasi ve özgürlük bağlamındaki küresel argümanlarını bayraklaştıracak bir söylemdir. Otokrosilere ve dolayısıyla Putin gibi bir lidere savaş açan, ona geçmişte “katil” diyen Joe Biden için bu söylem gayet belirleyicidir.
Rusya’ya karşı ABD, ortaklarının ve ittifakın uyguladığı yaptırımların analizini geniş biçimde Post-Ukrayna başlıklı yazıda ele almıştım. Bu vizyonu açık bir yazı olduğu nedenle okumanızı tavsiye ederim. Zira Avrupa veya başkaları için bu yazıda bahsedilen önemli hususlar, geleceğe ne yönde bakılmalı ve neye hazırlanılmalı noktasında önem arz etmektedir. Bu cümleden açıkça işaret etmem gerekmektedir, Türkiye de bu vizyona göre politika yürütmek ve planlar yapmak durumundadır.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’nin talebinden sonra, Avrupa’ya bakarak, “bizi neden Birliğe almıyorsunuz, Avrupa güvenliği için Türkiye’nin önemi açıkça görüldü,” şeklinde tespit yapmakta ve sormaktadır. Avrupa ise Ukrayna’da yanan ateşin sıcaklığına bakarak tüm dikkatini buraya vermektedir.
Güvenlik bakımından Avrupa için göç, terör gibi meseleler varken, bugün savaş, stratejik savunma, Soğuk Savaş 2, Karadeniz ve Montrö gibi konular var. Bakalım Avrupa gelecek için neleri öne alacak?
Gürsel Tokmakoğlu
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
GÜNDEM
14 gün önceGENEL
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024ELAZIĞ
21 Kasım 2024ULUSAL
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024