SİYASET SAHNESİ
157 okunma

SİYASET SAHNESİ

ABONE OL
Nis 7, 2021 07:27
SİYASET SAHNESİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL
 

Türkiye’de siyaset oldukça kızıştı. Ne zaman kızışmadı ki diyeceksiniz. Ama bu kez konular daha başka, en azından güncellenmiş versiyonuyla karşınızda duruyor. İktidar ve muhalefet eleştirileri, partilerin bölünmesi, yeni partilerin siyaset sahnesine girmeleri, parti kapatma konuları, vs. Bugün sizinle politikada olup bitenleri biraz teorik biraz da cari konularla birlikte inceleyelim.

Kolay Siyaset Hastalığı

Politika oldukça kaygan bir zemindir, bu kabul edilir. Yerel siyaset yapmanın bazı kolaylıkları vardır, bu noktada uluslararası baskılar pek hissedilmez; halkla temas halindeyken aşılması gereken temel sorunlar mahaldeki dengelere, kamu kurum ve kuruluşlarının çalışma biçimlerine ve imkanlarına, alınan taleplerin detayına bağlıdır. En önemli sorunlar iş ve aştır.

Uluslararası siyaset yapıldığında ise çok çeşitli etkileşimler içinde kalmak zorunluluğu vardır. Güçlükler bir hayli fazladır. Güçlüklerin kaynağı meselelerden, doğal durumlardan, ama bir miktar da güçlülerin kendisinden gelir. Hatta iktidar ve muhalefet hesapları uluslararası dengelere göre dahi yapılır. Uluslararası siyaset yapanlar ya mücadele ederler ya da siyasetin labirentlerinde çıkış yolları ararlar. Bazıları ise mücadeleden kaçmanın yollarına odaklanırlar, ki işleri kolay yürüsün.

 

Önce şöyle birkaç profili ortaya koyalım ki meselenin özümsenmesi kolaylaşsın: Birincisi, FETÖ’cü olduğuna dair hakkında söylentiler çıkan genç bir siyasetçi, yeni kurulan bir partiye girmiş durumda, mevcut iktidarın uygulamalarını üstünkörü yaklaşımlarla acımasızca eleştirmekte, sürekli ortalığı karıştıran mesajlar vermekte, konuşmalar yapmakta.

İkincisi, Kandil’den talimat almadan adım atmamakta, Türkiye’nin bölünmesi gerektiğini açıkça ifade etmekte, TBMM’de dahi “demokratik özerklik” tartışmasını açmakta, PKK terör örgütünü aklama çabası içinde olma.

Bu her iki profildekilerin davranışları kime karşı sorumluluk içeriyor? Amerika’yı sevenlerden olmaları şaşırtıcı mı? Hatta sıradan vatandaşlar dahi, bunlar etki ajanı mı acaba, bunlar siyasetçi mi militan mı, şeklinde düşündürmeleri normal mi?

Peki bu profile sahip siyasetçilere, örneğin bir vatandaş olarak ben niye siyasete girmedim de sizler girdiniz diye sormaya hakkım var mı? Evet. Hem bakınız ben siyaset yazıyorum, siyaset felsefesiyle ilgileniyorum, bu yazıyı okuduğunuz sitenin adı Politik Merkez…

İlk örnek profil için ifade ediyorum, birbirini hiç tanımayan, hayatta birbiriyle temas etmemiş, ancak fikren tamı tamına birbirini tamamlayan düşünceye sahip farklı isimler partinin kurucular listesi hazırlanırken o listede bir araya gelebiliyorlar. Bu düşündürücü bir konudur. Olsa olsa bu profildeki şahsiyetler birilerini tamamlama potansiyeline sahip olanlardır, onun için bir araya gelebilmişlerdir veya getirilmişlerdir.

İkincisiyle alakalı, terör örgütünün çalışmasını ifade ediyorum, mahalledeki veya mezradaki çocukları fişliyorsunuz, Ahmet dağa, Mehmet şu üniversitenin hukuk fakültesine diye istikbali belirliyorsunuz. Bunun normal şartlarda ne tür bir açıklaması olabilir ki? Nasıl FETÖ sınavlarda türlü işler çeviriyorsa, PKK terör örgütü uzantıları da aynını yapıyorlar. Eğer Mehmet o üniversiteye gidecekse bir şekilde gönderiliyor. Dahası, bir aileden üç-beş siyasetçi çıkıyor diyelim, Hasan “A” partisinde, Mustafa “B” partisinde, Şerife “X” STK’da hizmete başlatılıyor. Bu da doğru mu?

Nerede kaldı demokrasi, eşitlik, insan hakları, hukuk, adalet, anayasal düzen? Ama diyeceksiniz ki kapılar herkese açık, girmek isteyen var, istemeyen de. Olur mu öyle şey? Siyasete girmeyen kişinin aklı veya imkânı yok mu? Herkes had bilecek, önce niyet açıkça ortaya konacak. Kâğıda dökülen metinlerde aldatmaca olmayacak. Demokrasi, had bilmezlerin çarpık kültür alanı, aldatma peşinde koşanların gizli ajandaları olanların oyun sahası değildir. Adalet, kapanın elinde kaldığı payın savunulma mekanizması değildir. Düzen dediğimiz, önce düzensizlikle başlanması gerektiğinden hareketle tesis edilmeli diye düşünenlerin bozgunculuğuna muhtaç değildir. Rızası, iradesi ve hatta bilinci olmadan bedel ödemek zorunda bırakılanlar üzerinden hak aramak kimin çıkarına? Ben yaptım oldu! Öyle mi?

İnsan dediğin dünyasına, insanlığa, devletine, milletine, mahallesine, işine zarar vermez, dert çıkarmaz. Eğer insan başkasına, çevresine dert yükleyen ise her kim olursa olsun, örneğin siyasetçi olsun, önce kendine sorsun, neden buna sebep oldum diye.

Siyaset kurumu kendi içinde, olabildiğince başlangıçtaki seviyelerden itibaren, halktan gelerek, insanlık idealine sarılarak yetişen, ter akıtarak meşru ortamında yetişen, ülkesini, bayrağını ve diğer bütün değerlerini her şartta koruyan ve destekleyen karaktere sahip, her şartta kendinde ve vicdanında sorumluluk hisseden, demokrasi, eşitlik, insan hakları, hukuk, adalet düzleminde insan gibi düşünen, bu dünyada acımasızca süren medeniyet savaşında geceleri gözüne uyku dahi girmeyen, doğruluk ve dürüstlük namına elini taşın altına koymaktan asla kaçmayan, topluma yönelik meseleler üzerine uzmanlaşmış, sağlam duruşu, bölücü değil bütünleştirici, sömürücü değil geliştirici olan kimseleri görmek ister. Siyaset yapanlar yüzeysellerden değil, derinleşmişlerden olmalıdırlar; ne vitrin süsü ne de bir maşa…

Gel Amerika, Fransa ve İsrail ağzıyla konuş, Türkiye düşmanlarının veya rakiplerinin yayınevlerinde yazılar yaz, teröristle işbirliği içindekileri görmezden gel ve sonra, ben her şeyi biliyorum, hatta adaleti savunuyorum ve demokrasiden yanayım de. Bana göre bunun gibiler başat güçlüyle mücadeleye girmekten kaçmaktadırlar. Zoru karşısına almak yerine kolay siyasetçilik peşindedirler. Önce siyasete gireyim sonra kendime bir alan bulurum gibi sahneyi deneme tahtasına çevirenlerin bıraktıkları çöpleri kim topluyor dersiniz? Millete aşırı ve gereksiz yük bindirenlerin hakkı kime geçiyor dersiniz? Masum ve işinde gücünde olan insanların omuzlarına bu denli yüklemeyi kim, neden kendine hak görüyor?

İkinci profile dair bir açıklama daha yapalım. Ismarlama üniversiteden mezun oldun, partiye girdin, milletvekili de oldun, maalesef bazı yörelerimizde halen oy verilmiyor, alınıyor, ağalık devam ediyor, sonra ABD’den veya Avrupa’dan teveccüh gördün, çünkü onlar seni teşvik etmeye hazırlar, işlerine geliyor, bu hayatta hiç para-pul ve şan-şöhret derdin, evlilik, iş, ev, gibi dertlerin olmadı, olduysa da diğerlerinden farklı geçirdin birtakım evreleri, diyelim ülkeyi de böldün ve (sözde ) devlet yöneticisi oldun, masaya oturup örneğin petrol, gaz konularında milyonlarca dolarlık ihaleleri konuşan oldun, bu çok kestirmeden ulaşılan bir sonuç, bir yaşama rahatlıkla sığabiliyor doğrusu! Onlar veriyorlar, ben alıyorum diyorsun… Kolay iş!

Uluslararası Siyasette Mücadelenin Güçlükleri

Uluslararası siyasette mücadeleden kaçmanın birinci yolunu işaret ederek konumuzu detaylandıralım. Nasıl iktidar oldunuz, ne zaman oldunuz, hangi evreleri geçirdiniz, türü tartışmalar bir yana, şimdi son noktada bir kesit alarak bakın konuya. İktidarsınız ve zorlukları omuzlamışsınız belli birtakım savunduğunuz ilkeler de var, yürüyorsunuz. Zorlukları aşmaya çalışıyorsunuz, çünkü elinizi taşın altına koyan sizsiniz.

Muhalefetin işi eleştirmektir, bu açık bir konu. Muhalefetin nitelikli olanının yapacaklarının en başında iktidardakininkine benzer bir sorumluluğu üstleniyormuşçasına hareket etmesidir. Olgun demokrasilerde bu beklenir. Muhalefet beyhude noktalarda acımasızca eleştiride bulunursa ne olur? Sorumluluk hissederek durumu tartsa, zaten acımasız olmaktan kaçınır, bu doğal bir durumdur.

Şimdi genç ve aymaz siyasetçilere bakıyorum, neler yapıyorlar diye. Sürekli eleştiriyorlar, bu olmaz, şu olmaz, yanlış, kötü, vs. şeklinde.

Teorik bakalım, bir şeyin olma ihtimali ile olmama ihtimalini ne şekilde görebiliriz? Örneğin ABD veya Rusya uluslararası ilişkiler bakımından başat aktörler ve tabiri caizse olayların üzerine çullanırcasına baskı uyguluyorlar.

Başat aktör olmak demek, kaynakları, zamanı ve mekânı düzenleyebilme gücüne sahip olup bunu uygulama niyetini ve hedefini göstermek demektir. Örnek vereyim, Beyaz Saray diyelim Doğu Akdeniz’de kırk ülke ve güç odağını aynı anda ilgilendiren bir eylem planı hazırlıyor, bu planın muhataplarına elçilerini gönderiyor, diplomatik temaslar yapılıyor, mesajlar iletiliyor, sonuç ne oluyor dersiniz, kırk ülke yaklaşık yüzde doksan aynı ağızla konuşup hareket ediyor. Başat aktör veya güçlü olmak bu demek! Bunu yapma kudretine sahip olmak demek.

Sizin de egemenlik ve medeniyet bağlamında savunduklarınız ve güç mücadelesi içinde çaba gösterme iradeniz var. Her şeye rağmen! Teslim olmadan! Mücadeleyi muhataplardan katbekat fazla yapmak gerekmektedir. Bunun için iyi odaklanmak ve güç birliği içinde kararlılık göstermek gerekir. Bağımsız bir ülkeyseniz durum budur; ipleri verdiyseniz zaten hiç mürekkep tüketmeyelim.

Başat aktörler her ne olursa hedefledikleri diğer ülkelerin üzerine baskı uyguluyorlar ya, güç mücadelesinde ipleri sürekli ellerinde tutacak hal tarzlarını tatbike odaklanıyorlar ya, bu durumda olup biten için hakkınızı alabilmek bakımından iki yolunuz oluyor: Ya mücadele edeceksiniz ya da teslim olacaksınız. Mücadelenin türlü yolları var, şimdi konu bu değil. Ama eğer mücadele arenasında varlık gösteriyorsanız işiniz elbette ki güçtür. Yumruk da yersiniz, yumruk da atarsınız…

Bu şartlarda iç siyasete bakalım. İktidarsanız, zorluklar içinde hem hasım güce hem de muhalefete karşı yürüttüğünüz bir savaşınız olacaktır. İşte bu çok taraflı güç mücadelesinde iç siyasetteki muhalif; bu olmaz, şu olmaz diyor ya, aslında olmamasını da istiyor olabilir. Zira iktidar başarısız olsun ki onun yerine başa geçebilsin! Dolayısıyla hem karşı tarafta yer alıyor olabilir hem de katkı vermekten kaçıyordur. Ama eleştirilerinin bütününde olumsuzluk vardır. Zıtlaşma temposu yükselirse bu olumsuz yaklaşım, yıkıcı bir rol haline dönüşebilir.

Bu durumda iktidar bile dost-düşman ayrımında bocalayabilir, hatta üzüntüye de kapılabilir.

Başat gücün imkanları, zamanı ve mekânı düzenleme kabiliyeti zaten yüksek derecede olduğundan, bu durumda pastadan bir şeyler koparabilmek ve yukarılara tırmanabilmek için her ne denli savaş verilirse verilsin, sonucun beklenenin biraz daha azını elde etmeye yönelik olacağı varsayılırsa, muhalefetin haklı çıkması da bir o kadar yüksek olasılık dahilinde olabilir.

Ancak amaç başarısızlığı kabullenip sahaya hiç çıkmamaktan ziyade, başarma azmine sahip olmaktır; çünkü iddiası olan egemen milletler böyle düşünmek durumundadırlar, aksi asla düşünülemez.

Sonra, biraz da olsa muhalefet haklı çıkarsa ne olur? Bak gördün mü, ben demiştim, uyarmıştım, hesabın tutmadı, şimdi sen iktidarı bırak, vs. Sonucu abartmak dahi sorumsuz muhalefetin işidir denebilir.

Bunun kime yararı var? Görünüyor ki muhalefete yararı var gibi. Ama aslında başat gücün ekmeğine yağ sürülerek, muhalefet iktidara gelse bile sonuçta ülkenin ruhundan ve cisminden bazı kayıpların olması söz konusudur. Bu tür kayıpları kim telafi edecek? Hem ne zaman edecek? Siyaset mekanizması seçim süreçlerine sıkıştırılırsa zaman bir hayli sınırlıdır.

İşte tam bu noktada kendini öne çıkarmak isteyen bireysel inisiyatif sahipleri var ki onlar; bak ben demiştim, gibi ifadelerle böbürlenmenin derdine düşmüşlerdir. Bunlar aymaz olanlardır.

Mücadeleden Kaçmanın Türlü Yolları

Fikrime göre işin başından itibaren bu tür muhalefet tam bir mücadeleden kaçan tarzı örneklemektedir. Halbuki yapıcı olmak demek, ülkeye, millete ve diğer savunulacak değerlere ait katkı sağlamak, bütünü düşünerek sorumluluğun idrakiyle hareket etmek demektir.

Demek ki birinci mücadeleden kaçma yolu ve yöntemi, aslında sorumluluktan kaçmaktır. İkinci mücadeleden kaçış yolu nedir?

İktidarsınız ve işi bilen (!) birisiniz. Hemen ilk yapacağınız nedir? İşin başında başat güce gidip kendinize arka çıkmasını sağlamanızdır. Siyaset tarihinde bu tür örnekler görüldü mü? O zaman bu tip bir tasnifi öne sürebiliriz.

İşte bu durumda mücadele edeceğiniz odak başat aktör değil, başat aktöre muhaliflerdir. Kim olabilir? Durum belli değil mi? İçeride ve dışarıda egemenlik kayıtsız şartsız başat aktördedir, ilkesiyle hareket edeceğinize göre muhalefet de böyle tasnif edilecektir, bu bizden, bu değil gibi.

Buna muhipler (sevenler) demeliyiz. Neden? Osmanlı’nın son zamanlarında da ortaya çıkmıştı, İngiliz Muhipler Cemiyeti gibi, o başat güç odağını sevenler olarak bildiğimiz bir konudur bu. Şimdi de Amerika’yı sevenler, Rusya’yı sevenler, küreselcileri sevenler, vs. çoğaltılabilir.

Buna güncel uygulamaları da ilave ederek bir hatırlatma yapayım; terörü sevenler, terör seviciler olarak da bir tür gelişti. Bunlar da muhiptirler. Eğer muhipseniz mücadeleden kaçmanız her an olabilir.

Üçüncü mücadeleden kaçma yolunu söylememiz kolaylaştı diyebilirim: Melez yol. Ama ben buna melez değil hem çaresizlik hem de kolaycılık diyeceğim. Şöyle açıklayayım. Sorumsuzluk ile muhip karışımı bir tutum melez olandır, yani sorumsuz muhipler. Sorumsuz muhipler nasıl hem çaresiz hem de kolaycı halde olabilirler? Şartlar öyle gösterebilir. Sorumsuz muhip olmak, iktidar da olsa muhalefet de millet iradesine ters tutum göstermek demektir. Bunu peşinen söyleyelim. Üstelik burada müttefiklik veya ortaklık ruhu konusu var. ABD size diyebilir, bana tabi olun, sözümü dinleyin, ben sizin her şeyinizi düşünürüm, hatta düşmanlardan korurum, böyle davranırsanız kazançlı çıkarsınız. Örnek ABD olsun diye adını zikrettim başat güçlerin hepsini kastediyorum aslında.

Soğuk Savaş zamanında bir dönem böyle geçti, unutulmasın! Rusya, Türkiye’den toprak talep etti, ekonomi ve politika bir biçimde direnecek durumda değildi, vs. Türkiye NATO’ya girdi. Ancak şartlar şuydu: Tehdit altındasınız ve ittifak sizi koruma altına almak istedi. Peki o dönemde ve o şartlarda dahi önemli ölçüde ABD’ye bağımlı olmak mecburiyet miydi? Hayır. Ama kolaycılıkla davranırsanız cevap evet olacaktı. Türkiye o dönemde SSCB’ye da gitti ve önemli sanayi tesisler konusunda ortaklık yaptı. ABD ambargo uyguladı ama Türkiye Kıbrıs konusunda boyun eğmedi. Bu tarz örnekler verilebilir. Yani siyasetçilerin bazısı kolayı seçti bazısı da arayış içine girdi.

Gelişmekte olan bir ülke için mesele şudur: Ya çaresizsinizdir ya da çare arayan. Eğer çaresizlik içindeyseniz melezlenmişsinizdir. Neye? Hem sorumsuzluğa hem de muhipliğe. Ama en kötüsü kolaycılardır. Kolaycılar kendilerini her fırsatta gösterirler.

Durum bu! Politika yapanlar, alkışlayanlar, kendini her şeyin üstünde görenler varsa, bu tabloya bir kez daha baksınlar.

Sonuç

Siyaset sahnesi güçlü karakterlerin alanı olmak zorundadır ki demokrasi kültürü gelişsin. Siyaset sahnesi çıkarcıların, küçük küçük koparıp parçalayanların değil; herkesin çıkarına olan gücü kararlılıkla büyütenin işidir.

Bugün siyasete soyunanların bir kısmının dışarıya çalıştıklarına ve aynı zamanda kendilerine güç devşirdiklerine şahidiz. Bu olmaz! Hukuk bu gibileri yasalarla engellemelidir, vatan, millet, devlet, bayrak ve savunulması gereken diğer değerler için!

Gürsel Tokmakoğlu

Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ 

Lütfen Paylaş
 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.