Şehir ve insana dair söylenecek çok şey var.
İktisatçılar, çevre bilimciler, sosyologlar, mimarlar gibi şehirle ilgilenen farklı disiplinlerin her biri kendi penceresinden şehir tanımı yapar ve çerçevesini çizer. Meselâ Weber “zaman-mekân-toplum” çerçevesinde bir şehir tanımı yaparken bu alanda çalışmalar yapan kimileri tarafından şehir, ekonomik – kurumsal yapılar çerçevesinde ele alınır…
Ya da 20. yüzyılda giderek üzerinde yoğunlaşılan “ekolojik şehir” kavramı çerçevesinde şehre bakılır olmuştur. Günümüze geldiğimizde dünya nüfusunda şehirleşme oranının geçmiş yüzyıllara göre artması ile şehir sosyolojisi ile ilgili, toplumsal değişim ve dönüşüm üzerinde daha fazla çalışma ve araştırmalar yapılmaktadır.
İbn-i Haldun’a göre iki kategorik toplum vardır. Biri köylü toplum da denilen, hayvancılık ve tarımla ilgilenen, kültürel değerlerini muhafaza etmiş toplum, diğeri şehirleşmiş toplum.
İbn-i Haldun; birinciye “bedevi”, ikinciye “haderi” der. Her neyse…
Günümüze gelecek olursak; Şehirler, bilgi ve teknoloji üretme, ticaret merkezleri olma yanında; kültür, san’at ve fikir üretilen, medeniyyet merkezleridir, yâni öyle olmalıdır. Şehir, aynı zamanda düşünce ve fikir alış-verişi ve eğitim odaklarını da içinde bulunduran medeniyyet beşiğidir, kültür havzıdır. Bu kültür havzalarını, kadim medeniyyetimizin merkezinde yer almış şehirlerde görmek mümkündür…
Bu şehirlerin ahalisinde irfân, ilim, san’at ve mimâri, estetik ve kültürün etki ve yansımalarını; davranış kalıplarında ve lisân-ı kibar ile mülevvin konuşmalarında görmek mümkündür. Eğer şehir hayatında, müspet yönde sosyalleşme alt yapısı var ise medenî kültürü inşâ etmek mümkün olur. İnsanî değerlerin oluşmasına uygun mümbit ortamlar birçok nitelikli şahsiyetin yetişmesinin zemini olur aslında… Bu ise şehrin sahip olduğu ve sunduğu imkânlar ile daha kolay gerçekleşir. Böylece şehir insanı, maddî ve manevî kalkınmada öncü rol üstlenebilecek donanıma şehrin alt yapısı sayesinde sahip olabilir.
♦♦♦
Göçler ile kısa zaman diliminde şehirlerin nüfusundaki hızlı artış sosyolojik bir olgu olarak birçok sorunun da ortaya çıkmasına ve gözle görülür olmasına sebep olmuştur. Teknoloji ve ticaret ile şekillenen kentleşme insanlara maddî mânâda hizmet ederken kültür ve irfânı da verebilmelidir.
Eğer kentleşmede bu medeniyyet vasatı oluşmamış ise insan mefhumu insanî değerleri öğüten bu tip fabrika-kentlerde “şey” leştirilir. Asrımızın, x-y-z nesillerinin (hâni kuşak deniyor ya, bele sarılan mânâsındaki kuşakla karışıyor, doğrusu nesil/jenerasyon…) medenîyyet algısı, sonuç olarak; mutsuz, huzuru yanlış yerlerde arayan, bunalımda, maddî tatminin zirvesinde olsa bile boşluk duygusu içerisinde kıvranan ve tatminsiz “kent” insanı tipini karşımıza çıkarmaktadır…
Bunun sonucunda bireyler kontrol edilmeyen yoz kültür mecraları içinde ufalanan küçük ve önemsiz birer dişli çarkı haline gelmişlerdir. Şekilci, hissiz, çıkarcı, egoist, umursamaz, mağrur, üretmeyen, tüketici, fırsatçı bir tip ortaya çıkar…
Sonrasında ise; paylaşmayı aptallık, yardımlaşmayı çıkarsızlık sayan marazî tutumlar toplumu kuşatıverir…
Hâlbuki medeniyyet; yüksek ahlâktır, ilimdir, fendir, pozitif düşünce ve yaklaşımlardır, nezâkettir, empatidir, hoşgörü ve yardımlaşmadır, sevgi ve saygıdır, samimiyet ve dürüstlüktür, kendini sürekli yenileme ve ilerlemedir, çirkin/kötü davranışları terk etmektir, eğitim ve kültüre mesafe koymadan öğrenme iştiyakıdır… Özetle evrensel “insanî ve fıtrî ” değerleri edinmek ve hayata geçirmektir.
Bunun mükemmel örneğini, Hz. Peygamber yaşantısıyla ortaya koymuştur. Eli ile ve dili ile insana -canlıya, çevreye- zarar vermeyen, iyiliği önceleyen, kötülüğe meyletmeyen -meyledenlere engel olan- bir yaklaşım, medeniyyet ile doğrudan bağlantılıdır.
Medeniyyet hikmettir, ilimdir, irfandır. Sünen-i seniyyeye ittibadır, fıtrata uygun yaşamaktır…
Şehir; sadece insanın karnını doyuran, sırtını giydiren yer olmaktan öte, fikrini şekillendiren, dimağ ve dağarcığını, aklını ve gönlünü dolduran ve doyuran bir mekândır, öyle olmalıdır.
Kültürel, san’atsal ve ilmi aktivitelerden yoksun, hikmet ve irfandan bî-haber, gökdelenler ile yeme-içme, giyim-kuşam, ticaret ve alış-veriş mekânlarından ibaret “bir yeryüzü mekânı”, insanın “insanlığı”na ne katabilir ki !
İbn-i Haldun: “İnsan fıtratı gereği medenî bir varlıktır” der. Bu fıtrat çevresel faktörler ile çürütülmüyorsa, korunuyorsa evet, insan medenîdir !
İnsanı fıtratından uzaklaştırarak “şey” leştiren ortamlar için ise medenî denemez, “kent” mekânı bile olsa !
Medeniyyetin algılanması ve yaşanması için kentte mukîm olan insana bu alt yapı -eğer yoksa sunulmalıdır, değil mi ?
Prof.Dr.Suat KIYAK
Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ
GÜNDEM
14 gün önceGENEL
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024ELAZIĞ
21 Kasım 2024ULUSAL
21 Kasım 2024GÜNDEM
21 Kasım 2024